Ağır geçen faranjitim ve kesilen sesim dolayısıyla annem ve
kız kardeşim benimle ilgilenmek için İstanbul’a geldiler :) İyi ki de geldiler çünkü çalışıp eve
geldiğinizde, girer girmez mutfakta pişen yemek kokularını duymak kadar güzeli yokmuş :)
Bundan tam altı yıl önce, İstanbulda üniversite kazandığım
zamanlarda tanışmışlardı ailem bu şehir ile… Benim dışımda aileden kimse
İstanbul’u pek sevmez ama ben İstanbul sevdalısı olduğum için üniversite
bittikten sonra yine burada kalmayı ve çalışmayı tercih ettim. Artık çalışan
bir bayan olarak, ailemi kendi evimde ağırlamak gerçekten çok farklı
hissettiriyor bana. Her ne kadar annem geldiğinde evimin düzenini kendine göre
değiştirse de, O’nun elinin değdiği her yer, bana kendi baba ocağımı anımsattığı
için büyük mutluluk veriyor.
Bir önceki postumda paylaştığım alternatif tıp yöntemleri ve
ilaçlarım sayesinde hafta sonuna gayet dinç ve enerjik başladım. Sabah
kahvaltımızı evimizde güzelce yaptıktan sonra üç bayan düştük İstanbul yollarına... En başta bile bile lades dedik çünkü gezimizin büyük bir kısmını tabanvay kullanarak
yapacaktık nasılsa :)
Öncelikle Taksim – İstiklal Caddesinden başladık
gezimize… İstiklal kıpır kıpır,
capcanlıydı. Hava öyle güzeldi ki, güneşi gören İstanbul ahalisi dökülmüş
İstiklal yollarına… Şarkı söyleyen sokak şarkıcıları ve o kalabalığın gürültüsü
bile insana İstiklali sevdiriyor bence. İstiklal Caddesinden Karaköy’ e kadar
inip, Galata köprüsünde resimler çekindik birlikte. Oradan Eminönü Yeni
Camii’ye geçip öğlen namazlarımızı eda ettik. Anne eli değmiş köfte
ekmeklerimizi deniz manzarası karşısında yedikten sonra tramvay hattı üzerinden
Gülhane’ye yürüdük.
Gülhane Parkı girişinde süt mısırlarımızı da alarak parkı gezmeye başladık. Öyle kalabalıktı ki sanki güneşin kendisini göstermesini beklemiş gibi dökülmüş yollara herkes... Çimenlerde oturan onca insanı görünce biz de çevreciliği bırakıp serildik yemyeşil çimenlerin üzerine. Yeni dikilen lalelerin ve ağaçlarda açan çiçeklerin mis kokusu sayesinde, “İyi ki gelmişiz” dedik bir kez daha…
Gülhane’den sonra Sultanahmet Meydanı’na kadar yürüdük ve yine namaz molası verdik. Meydan öylesine hareketliydi ki tüm kıtalardan turist kafilesi görmek mümkündü neredeyse… En son gittiğimde yapımına devam edilen fıskiyeli havuz tamamlanmıştı. Yeni haliyle Sultanahmet Meydanı daha modern ve daha gösterişli bir hale bürünmüştü. Tabii fotoğraflamayı da unutmadık :)
En son durağımız Beyazıt – Kapalı Çarşı idi. Kapalı Çarşı içinde hepimizin en çok dikkatini çeken dükkanlar kuyumcular oldu elbette :) Benim takı merakım annemden geçmiş sanırım, takıp takıştırıp çıkarım markete bile gitsem. Kapalı Çarşı’daki altınları, o kemerleri, hasır bileklikleri görünce başım döndü desem abartmış olmam. Aşiret gelini olasım geldi bir an için :p
Akşam namazını geçirmemek adına tekrar Eminönü’ne döndükten
sonra, akşam saati daha bir güzelleşen boğaz manzarasıyla birlikte koskocaman
bir güne daha elveda diyerek, uzun bir otobüs yolculuğuyla bu güzel gezimizi
sonlandırdık biz de…
Ve şimdi böyle bir post ile bloğumda, fotoğraflarıyla bilgisayarımda, hatıralarıyla ise zihnimde güzel bir hatıra olarak kalacak artık :)
En içten sevgilerimle...