7 Eylül 2015 Pazartesi

Elini Vicdanına Koy!



Elinizi vicdanınıza koyun ve dinleyin! Sesini duyabiliyor musunuz?


Elimi vicdanıma koyduğumda, onu orada bulduğuma, onu hala duyabiliyor olmama seviniyorum. Peki ya onu unutanlar? Sesini kısanlar? “Belki de bu yüzden toplum olarak tarumar bir haldeyiz” diye düşünüyorum...





Peki insanda nasıl gelişiyor vicdan mekanizması?

İşte bebeklikten itibaren ahlaki ve vicdani gelişim basamakları:
 

0 - 2 yaş arasındaki bir bebeğin ahlaki davranışlar sergileme ya da davranışlardan ahlaki çıkarımlarda bulunma kabiliyeti henüz bulunmuyor. Ancak 2 yaşından sonra çocukta bir bencillik evresine giriş gözlemlemeye başlıyoruz. Bu evredeki bir çocuk çevresindekilerin merkezi olmak istiyor. Bu yüzden, bu yaş grubu ebeveynlerinden sıklıkla çocuklarının inatla kendi isteklerinin yerine getirilmesini istediklerini, bu isteklerini yaptırabilmek için de hırçınlıklara hatta bazen ağlama krizlerine ve ağlama nöbetlerine girdiklerini duyuyorum. Bu yaştaki bir çocuğun, etrafındaki insanların ne düşündüğünü onların maddi ve manevi durumlarını değerlendirmeksizin kendi istekleri konusunda inatçı ve bencil davranışlar sergilemesinin normal bir gelişimsel süreç olduğunu söylüyorum ebeveynlere sıklıkla.

6 yaşından itibaren çocukların davranışlarının içerisindeki ahlaki boyutunun büyük ölçüde otorite kaynağına bağlı olduğu gözümüze çarpıyor. Çocuk, yetişkinlerin -özellikle anne ve babasının kurallarının değişmez olduğunu düşünüyor. Bu yüzden, bu yaş çocuğunun davranışlarındaki ahlaki boyut, en çok da anne ve babasının kuralları ve çocuğun davranışlarına verdiği tepkiler çerçevesinde gelişiyor.

İlerleyen zamanlarda çocuğun davranışındaki ahlaki yargı otoriteye bağımlı ve tek yönlü olma özelliğini yitirmeye başlıyor. Çocuk kendi ahlaki davranışlarının sonuçlarını toplumsal değerler ve zorunluluklar açısından değerendirerek buna uygun davranışlar sergilemeye çalışıyor.

7 ile 9 yaş, çocukta düşüncenin uyandığı dönem. İşte tam da bu dönemde çocuklar ahlaki kavramları anlamaya, davranışlardan ahlaki çıkarımlar yapmaya başlıyorlar. Bunun en önemli nedeni, çocuğun zihin gelişimi açısından Somut İşlemler Dönemi’nden, Soyut İşlemler Dönemi’ne geçiş aşamasına ulaşmış olması. Bu dönemde çocuk, konuşarak kendini ifade etme, sebep sonuç ilişkisi kurma ve muhakeme becerilerine sahip olmaya başlıyor. 10 yaşından itibaren, iyi-kötü ve haklı-haksız kavramlarını ayırabilecek seviyeye kısmen ulaşmış duruma geliyor.

Bu çağdaki çocukların davranışlarını bu bağlamda düşündüğüm zaman, hemen hepsinin kendince ideal bir insan seçerek kendine rol-model edindiğini gözlemliyorum. İşte burada en önemli nokta, çocuğun kimi ve hangi davranışları kendine rol ve model olarak seçeceği. Bu evreyi takip eden ergenlik dönemi ile birlikte yirmili yaşların ortalarına kadar bir çok anlamda vicdan mekanizması kemikleşmiş vaziyetine erişmiş oluyor.

*

Mesleki tecrübemin henüz başındayım. Eğitim sektöründe 4. Yılına giren bir psikolog olarak gözlemlerim neticesinde söyleyebilirim ki, aileler okul öncesi gelişim konusunda artık daha bilinçliler. Çocuklarının gelişimsel yönden en iyi şekilde desteklenebilmesi için genellikle hem akademik,  hem de fiziksel açıdan en iyi fırsatları sunabilen okulları tercih ediyorlar. Ancak dikkatimi çeken önemli bir sorunları var bu ailelerin; çocuklarının bilişsel, fiziksel, sosyal ve diğer yönlerden desteklerken onların ahlaki ve vicdani gelişimlerini çoğu zaman göz ardı ediyorlar.

Çocuklar bu dünyadaki en iyi gözlemcilerdir. Yaptıkları gözlemler sayesinde kendi davranışlarına şekil verirler. Anne babası ve yakın çevresindeki insanların günlük hayat akışı içerisinde sergilediği tavırları, davranışları, sözleri ve diğer her şeyi gözlemleyen çocuk onları kendi zihin süzgecinden geçirerek kendince bir çıkarımda bulunur. Çocuklarının ahlaki ve vizdani yönden doğru ve ideal gelişim sergilemesini isteyen anne babaların –ve hatta çevresindeki herkesin- doğru konuşmak, doğruluğa önem vermek, haksızlığa tepki göstermek, haksızlık yapmamak, başkalarının duygularının farkında olmak ve empatide ulunmak, çevresel ve toplumsal olaylara duyarsız kalmamak, tarihi ve manevi şahsiyetlere gereken saygıyı ve hürmeti göstermek ve diğer evrensel değerleri ellerinden gelen en iyi şekilde temsil etmeleri gerekmektedir.

Gözünüz epey korktu öyle değil mi? Hatta bu satırları okurken “Oradan fetva vermek kolay, pratikte işler öyle yürümüyor Özlem Hanım” diyerek -kendi hatalı tavırlarına bahane üreten onlarca danışanım gibi- benzer tepki veriyor olabilirsiniz. Ancak önemli bir gerçek var unutulmaması gereken: Toplumsal olarak yaşadığımız bir çok problemin kaynağında, insanların sahip olduğu “vicdan mekanizması” yer alıyor. İşte bu mekanizma, bir nevi trafo merkez görevi görerek insan davranışlarındaki ahlaki yönü kontrol ediyor

Muhyiddin İbn Arabi Fütühât-ı Mekkiyye, Fusûsu’l Hikem gibi eserlerinde sıklıkla vicdan meselesi üzerinde duruyor. Onun düşüncelerini okuyunca şunları anlıyorum: Vicdan bizi “müteale”  yani daha yüce bir varlığa, bilinenlerin en üstününe yani Allah’a bağlıyor ve oradan besleniyor. İnsan, iyilik ve güzellik adına zaten tüm hasletleri bedeninde ve ruhunda  tecelli ettirecek şekilde donatılarak yaratılmış. Vicdan da bu mükemmel donatının parçaları arasında –yalnız diğerleri gibi o da nüve yani çekirdek şeklinde. Her şeyden önce geliştirilip, büyütülmeye ihtiyacı olduğu unutulmamalı.

Tüm diğer akli melekelerde olduğu gibi, vicdan mekanizmasının da her insanda farklılık gösterdiği aşikâr. Nasıl ki zeka gelişimi genetik ve çevresel süreçlerden doğruca etkileniyorsa, aynı şey vicdani gelişim için de geçerli. Doğuştan getirdiğimiz vicdan sistemi, sonradan eklenen terbiye, görgü ve gelenekler, aile ortamı, toplumsal normlar, dini ve manevi diğer tüm değerlerle şekillenmeye devam ediyor. Doğuştan kısıtlı olsa bile sonradan eklenecek olanlar sayesinde çok güçlü bir vicdan mekanizmasına sahip olunabileceği gibi, doğuştan gelen güçlü ve sağlam bir mekanizmanın, sonradan eklenen kötü ortamla, yanlış eğitimle yahut ihmalkarlıkla kişide haksızlık, yalan, suç, şiddet ve diğer tüm kötülük potansiyellerini arttırdığının altını özellikle çizmek isterim.

İbn-i Haldun’un dediği gibi “Coğrafya kaderdir” ancak bu coğrafyada yaşayan insanların sahip olduğu ahlak ve vicdan mekanizmaların niteliği bu meselenin tamamen dışında bana kalırsa. Ülkemizde ve coğrafyamızda son dönemde yaşananların, çekilen acıların ve göz yaşı dökenlerin asli sebeplerinden biri vicdan erozyonuna uğramış kişiler değil mi? Var mı itirazı olan bu fikrime?

Eğitimle hemhâl olan bir psikolog olarak buradan -tüm anne babalar ve eğitimciler başta olmak üzere- herkese sesleniyorum: Lütfen çocuklarımızın zekasını ve diğer gelişimsel kabiliyetlerini arttırmak konusunda sergilediğimiz çabayı onların ahlaki ve vicdani mekanizmalarını geliştirmek için de sarf edelim.

Bakın tam da bu noktada, aynı zamanda üniversitede kendisinden ders almakla müşerref olduğum hocam Adem Güneş şöyle diyor: "Bir çocuğun iç disipline sahip olabilmesi için, vicdan mekanizmasının düzenli ve tıkır tıkır işlemesi, kalbini ve duygularını hissetmesi gerekir." (Adem Güneş hocamın "Çocukluk Sırrı" başta olmak üzere diğer tüm kitaplarını gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum)

Yine kıymetli üniversite hocalarımdan Prof. Dr. Kemal Sayar’ın şu sözlerine yer vermek isterim: “Vicdanın sesini kısan unsurlara dikkat edin. Çocuklar normal şartlarda kendi dünyalarında karşılaşma ihtimalleri çok düşük imgelerle farklı bir gerçeklik kurar hâle geldi. Bunun yanı sıra, televizyonda şiddet içerikli, güvenilmez insanları, aldatmaları, yalanları izleyen çocuk, şiddeti uygulayan ya da şiddeti gören kişiyle özdeşim kurabiliyor. Çizgi filmler, sanal oyunlardaki süper kahramanlar, şiddetten zarar görmeyen insanların varlığına inandırıyor onları. Böylelikle arkadaşlarına kolayca zarar verebiliyorlar.”



Dilerim yaşanan tüm acılar, üzüntüler bir gün sona erer. Şehit ailelerine Allah’tan sabr-ı cemîl diliyor, Kuran-ı Kerim’den iki ayetle yazıma son veriyorum inşaAllah.

“Her bir nefse (ruha) ve onu düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü, hem de ondan sakınmayı ilham edene and olsun ki, onu (ruhunu) kötülüklerden tertemiz yapan muhakkak, felah buldu. Onu alabildiğine kötülüklere batırıp günah ile örten ise elbette hüsrana uğradı." ( Şems Suresi – 7.8.9. ve 10. Ayet-i Kerimeler)

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah’tan gelen nimet ve keremin; Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler. “ (Âl-i İmrân, 169. 170. Ve 171. Ayet-i Kerimeler)

Aşkla Kalın!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Can-u gönülden yapılan birkaç satır kelamdır bu blog sahibesini sevindiren :)

BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya