"Afazi", "Agnozi", "Aleksi", "Agrafi" ve nicesi, psikoloji lisans eğitimi aldığım yıllarda Nöropsikoloji ve Nöropatoloji derslerinden öğrendiğim terimler.
Uzun bir aradan sonra, bugün okumaya başladığım bir kitapta “Afazi” terimi ile
yeniden karşılaştım ancak bu sefer çok daha farklı bir versiyonda.
“Afazi” terimine değinmek istiyorum kısaca:
1800lü
yılların sonuna doğru Wernicke ve Broca adındaki iki nörolog amca, beyinde iki
önemli dil alanı tespit edip, buldukları bu alanlara da kendi isimlerini
veriyorlar. Wernicke amca, tespit ettiği alanın hasar görmesi sonucu insanların
konuşabildiği halde kendine söyleneni anlayamayacağını belirtirken, Broca amca
ise tespit ettiği alanın hasar görmesi sonucu insanları duyabildiği halde,
kendi söylemek istediklerini söyleyemeyeceğini belirtiyor.
Günümüz nörolojisinde de “Wernicke ve Broca Bölgeleri”
olarak bilinen beynin bu iki bölgesinde, inme, beyin hasarı ya da beyin tümörü
gibi sebeplerle ortaya çıkan bu duruma nöroloji dilinde afazi (aphasia) adı
veriliyor.
Okuduğum kitapta karşıma çıkan afazi terimine geri
dönelim:
Konu başlığı şu şekilde; “Celbedilmiş Toplumsal Afazi”. Önce bir durup düşünüyorum;
“Afazi dediğin beyin
travmasıyla olur ya da benzer organik sebeplerden ötürü. Toplumsal Afazi de ne
ola?”
Bu terim ilk kez yazar Alev Alatlı tarafından belirlenerek,
teşhis ve tanımlaması yapılmış. Ne anlama geldiğini kısaca anlatmak gerekirse tek cümlelik özetle, “İletişimde kullanılan
kelimelerin anlamlarındaki muğlaklık” diyebiliriz.
Hani ne demek istediğini bir türlü anlatamayan, kimsenin dilinden anlamadığını düşünen;
tartışmaların hep sonuçsuzluğa mahkum olduğu, en basit konuların bile büyük
münakaşalara sebep olduğu durumlar var ya, hah işte tüm bunlar “Celbedilmiş
Toplumsal Afazi” nin belirtileriymiş aslında.
Tevafuk bu ya, sabahleyin servisi beklerken şöyle bir göz
atmak için açtığım bir sosyal paylaşım sitesinde, bir haber okuyorum:
Kucağında baygın bir halde kızını omuzlayan Suriye’li mülteci babanın elinde
kalem satarken çekilen fotoğrafı bir anda tüm dünyaya yayıldı. Bu resmi gören Norveçli bir
grafiker bu baba ve kızı için dünya çapında bir yardım kampanyası başlattı. (Bilmem kaç yüz bin)
liralık bir yardım toplandı ve Suriye’li mülteci babaya verildi. Bu yardımı
alan baba, hem iş yeri açtı, hem de kendi gibi mülteci olan diğer kader
arkadaşlarını da iş sahibi yaptı. Dahası tüm ailesine, yakınlarına yardım etti bu parayla.
Haberi okudum okumasına ama yorumlara gözüm takıldı.
Normalde bunu yapmam ama, bu sefer 80 küsür yorumun en başına gelip tek tek
okudum tüm yorumları. Ana avrat küfredenlerden tutun da, Türklüğe hatta ve
hatta Müslüman alemine küfreden yorumlar okudum. Dahası bunu yazanların hemen
hemen hepsi Türk ve Müslüman. Daha da ötesi, sinli kaflı küfredenlerin içinde hemcinslerim bile
var. Geç gelen servisi beklerken yediğim soğuğu unutturdu orada okuduklarım.
Ürperdim.
Şimdi, düşünüyorum da sanırım bizler toplum olarak
afazik olmuşuz da haberimiz yok. Hastalıklı zihinlerimiz. Bilgi sahibi olmadan,
fikir sahibi olan; her işte muhakkak bir uzman görüşüne sahip olan tuhaf bir
milletiz vesselam…
Konu hakkında daha detaylı bilgi edinmek isteyenler
için Sinan Canan’ın “Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler” adlı kitabındaki bu kısmı
aynen paylaşıyorum. Meraklısına şimdiden iyi okumalar diliyorum…,
“Söz yitimi olarak tıp literatürüne giren Afazi terimi,
Latince a-olumsuzluk eki; phasis: konuşma sözcüklerinden dilimize girmiştir.
Beynimizin “konuşma” ve “anlama” işlemlerini gerçekleştirdiği bölgelerin bir
veya birkaçında meydana gelen yaralanma, damar tıkanıklığı yahut beyin kanaması
nedenleri ile hasara uğraması sonucu, hasar gören bölgenin işlevine özel bir
söz yitimi ortaya çıkar. Bu konu tıbbi pratikte oldukça önemli bir konu olsa
dahi pek çok farklı hastalık tipini de içermektedir.
Benim
burada bahsedeceğim ve “Celbedilmiş Toplumsal Söz Yitimi (C.T.S.) olarak
kısaltacağım terim ise tamamen organik, herhangi bir fiziksel rahatsızlığa ya
da darbeye maruz kalmadan, organik açıdan tamamen sağlıklı beyinlerde de
görülen ve nispeten yeniden tanımlanmaya başlanmış bir söz yitimi tablosudur.
Araştırdığım kadarıyla tanımı ve teşhisi yazar Alev Alatlı hanımefendiye ait
olan bu C.T.S. teşhisi öz olarak
“İletişimde kullanılan kelimelerin anlamlarındaki muğlaklık”tır.
Yani;
yazılışı ve okunuşu aynı olan kelimelerin taban tabana zıt anlamlarda
algılanmasına neden olan, toplumsal katmanlardaki iletişim yollarını tamamen
kapatan ve belirgin organik ve fiziksel bir rahatsızlıkla ilgisi olmayan,
farkında olmasak da zihnimizi ve sosyolojik yaşantımızı derinden etkileyen bir
“toplumsal” zihin hastalığıdır.
Televizyondaki
tartışma programlarından, köşe yazılarına, arkadaş sohbetlerinden, uluslarası
ilişkilerdeki söylemlere kadar pek çok yerde C.T.S. sıkıntısı ile
karşılaşıyoruz. Soru şu;
NEDEN?
Birçok
kavramın ve terimin bu anlamda net tanımı veya tarifi yapılmadığı için, en
basit
konular bile
tartışma ortamı yaratabiliyor. Canlı örneklerini “laiklik”, “milliyetçilik”,
“sosyalistlik” veya “vatanseverlik” gibi popüler kavramlara yüklenen binbir
farklı kavramı anlamaya çalışırken buluyoruz kendimizi. Kimine göre başını
örtmek gericilik iken, kimine göre de baştaki bezle uğraşmak gericilik oluyor.
Biri kendi görüşünü “tek çağdaş yaklaşım” olarak sunarken, bir diğeri ise onu
“çağdışılık” ile suçlayabiliyor…
Geçtiğimiz
yüzyıl, dünyada çok büyük değişimlerin yaşandığı bir yüzyıl oldu. Türk
insanının yaşadığı değişim ise diğer ülkelere nazaran daha yükseklerde ve
fevkinde idi. Zira yaşlı bir imparatorluğun yıkılışına ve genç bir
Cumhuriyetin kuruluşuna şahitlik etti. Bir zamanlar ayıpladığımız kavramlar
hayat felsefesi olarak takdim edildi; komşusu aç iken tok uyuyamayan insanlar
“kapitalist” ve liberal olmaya itildiler. Büyük bir imparatorluğu kaybetmenin
doğal travması olan “sıradanlaşma hissi” aşılamadı. Hamasi düşünce kalıpları ve
sloganvari fikirlerse gittikçe geçer hale gelmeye başladı. “Bilgi toplumu” olma
yolunda hiçbir emin ve ciddi politika üretilmediği gibi, buna bir de “asli
hedef” yakıştırmasıyla takdim edilen yabancı lisanla eğitim ve batı karşısında
geri kalmışlık kompleksleri eklendi. Ama sorun şu ki; İlkokuldan üniversiteye
kadar İngilizce eğitim verip de İngilizce öğretemeyen tek ülkeyiz. Bunun
nedenlerini ve bizde neden olduğu afaziyi düşünmenizi tavsiye ederim.
Anlamlarını
bilmediğimiz kelimeler ile konuşuyor, karşımızdakinin söylediğini ancak kendi
tanımlarımız ile anlayabiliyoruz. Teşhisi yapan yazar Alev Alatlı, konu
hakkında şunları söylüyor:
“Ben buna
“toplumsal afazi” diyorum. Çünkü kimsenin başına taş düşmedi ama Türkiye
insanının tıpkı travma geçirmiş afazi hastaları gibi, söylenenleri söylendiği
biçimde anlamadıkları, ağzından çıkanı formüle edemedikleri, söylemek
istediklerini, istedikleri gibi söyleyemedikleri bir duruma itilmiş olduklarını
düşünüyorum, görüyorum.”
Bir başka
sorunumuz da ikili “O ya da bu!” mantığına sarılmamızdır. Çoğu zaman günlük hayatımızı
etkileyen sorunların ikiden fazla çözüm yolu vardır fakat nedense insanlar
kafalarındaki seçeneğin tek kurtuluş reçetesi, alternatif görüşlerin ise
“ahmaklık” ya da “ihanet” olduğuna en başta –doğumdan itibaren- ikna olmuş
gibidir. Bu durumda “O ya da bu!” çerçevesini aşamayan argümanlar, bu tip
sorunları çözmek bir yana, çözümsüzlüğe mahkum etmenin en garantili yoludur.
Halbuki evrenin işleyişinde ikili mantığa pek rastlanmaz.
Son
olarak, konuşan konuştuğu konu ve o konuyla ilgili birikimi hakkında bilgi
sahibi olmalı, yani kendinin farkında olmalıdır. C.T.S. gibi önemli bir
toplumsal sorun gerçekten büyüktür ve bütün boyutlarını burada incelemek imkan
dışıdır. Fakat her birimiz, kendi fikir yaşamımızda bu sendromun sıkıntılarını
az ya da çok çekmekteyiz. Dolayısıyla bu konu, üzerinde ciddi biçimde kafa
yormayı gerektiren ve acil çözüm isteyen bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Kelimeler;
düşünme birimlerimiz; anlamları ise düşüncelerimizin ta kendisi. Onlar olmazsa
“biz” diye bir şey kalır mı acaba?”