Nostaljiyi sever misiniz?
Sizi bilmem ama, müzikten tutun da sinemaya kadar nostaljik olan herşeyin müptelasıyımdır ben.
Şevket Süreyya'ya nostaljiyi sormuşlar, O da şöyle cevaplamış:
"Adamın birisi ruhsal açıdan git gide kötüler. Ümidini, çoşkusunu yitirir. Karanlık; kendi içine dönük bir kişiliğe bürünür.
Çevresindekiler yardım etmek isterlerse de birşey gelmez ellerinden. Adamı hekimlere götürürler. Yapılacak birşey yoktur çünkü adam konuşmamaktadır. Çaresiz kalan hekimler sorunla uğraşırlarken, birden bire hastanın gözlerini odanın duvarında asılı duran bir tablodan ayırmadığını farkederler. Sürekli olarak aynı noktaya bakmaktadır.
Uğraşır, didinir ve anlarlar nihayet adamın sorununu. Karlarla kaplı bir küçük köy manzarası olan resim, aslında adamın geçmişini bıraktığı köyüne benzemektedir. Bunu kendisine söyler ve oraya gitmesini salık verirler.
Kapıdan çıkarken de adamın kulağına hastalığının adını fısıldarlar: "Nostalji"
Yunanca'da "yuvaya dönüş" anlamına gelen "nostos" ile "acı" anlamına gelen "algia" nın bileşiminden oluşan bu sözü Johannes Hofer şuan dimağlarımızda yer alan nostalji tanımından bir hayli farklı olarak kullanıyordu 1680 li yılların sonlarına doğru.
Kendisi ne bir linguisttir, ne filozof ne de şair. Sadece tezini vermeye çalışan İsviçreli bir tıp doktorudur. Sıla özleminden doğup da hem ruhu hem de vücudu tahrip eden bir hastalığın ismi olarak kullanmıştır nostalji kelimesini.
Uzak topraklara savaşmaya gelen askerlerde, yabancı şehirlere okumaya gidenlerde, ülkelerini bir şekilde geride bırakmak zorunda kalmış 17. yy göçmenlerinde kendini gösteren bu hastalık yalnızca yuvayla ilgili saplantılı düşüncelere, halüsinasyonlara ve apatik bir melankoliye yol açmamaktadır. Mide bulantısı ve iştahsızlığın yanı sıra, akciğerlerin yapısında patalojik değişimler, beyinde filizlenen iltihaplar da hep nostaljinin bu ilk kurbanlarının gösterdiği semptomlardır.
Hofer'in bu semptomlarla nükseden hastalığın ismini koymasını takip eden yıllarda Avrupa ve Amerika'da binlerce nostalji vakası geçer kayıtlara. An gelir, bu illete tutulanlar vatansever ilan edilip alkış alırlar, an gelir komutanlar hızla yayılan salgının önüne geçmek için nostaljiye tutulan ilk askeri olduğu yerde canlı canlı gömeceklerini açıklarlar.
Bilhassa 1. Dünya Savaşı'ndan itibaren bu anlamını yitiren kelimenin yerini "geçmişe duyulan onanmaz hasret" anlamına bırakması nasıl oldu bilemiyorum ama adı konmadan önce de acı ile tatlı, mutluluk ile mutsuzluk arasında pek hassas bir yerlerde gezinen bu ruh halini tecrübe ediyordu zaten insanlar...
Bazen bir şarkıyla, bazen bir kokuyla ya da fotoğrafla tetiklenen çağrışım zincirleriydi geçmişin...
Hem sadece geçmişi küsüratlı yıllara sahip insanlara ait bir kavram da değildir nostalji - tamamen yaştan bağımsızdır; zamanın geri dönüşsüzlüğünün farkına varmış bir çocuk bile nostaljiyi kolaylıkla farkedebilir...
Ben kendimce ufak da olsa birkaç nostalji derledim... Baktıkça gülümseten ve beni eski güzel yıllara götüren güzel nostaljik şeyler...
Mevzu bahis olan çocukluğumuzsa şayet, hepimizin unutulmazları vardır. Nesil farklılığının da burada büyük payı var elbette ancak bizim jenerasyonun bayılarak okuduğu bir kitap serisi var ki, şuan hatırlayan herkesin yüzünde kocaman bir gülümseme oluşturacağından eminim :)
"Ayşegül"
İlkokul çocuklarına yönelik hazırlanan "Ayşegül" serisinin orjinalinin Fransız olduğunu ve bizim Ayşegül'ün aslında "Caroline" olduğunu biliyor muydunuz?
"Adamın birisi ruhsal açıdan git gide kötüler. Ümidini, çoşkusunu yitirir. Karanlık; kendi içine dönük bir kişiliğe bürünür.
Çevresindekiler yardım etmek isterlerse de birşey gelmez ellerinden. Adamı hekimlere götürürler. Yapılacak birşey yoktur çünkü adam konuşmamaktadır. Çaresiz kalan hekimler sorunla uğraşırlarken, birden bire hastanın gözlerini odanın duvarında asılı duran bir tablodan ayırmadığını farkederler. Sürekli olarak aynı noktaya bakmaktadır.
Uğraşır, didinir ve anlarlar nihayet adamın sorununu. Karlarla kaplı bir küçük köy manzarası olan resim, aslında adamın geçmişini bıraktığı köyüne benzemektedir. Bunu kendisine söyler ve oraya gitmesini salık verirler.
Kapıdan çıkarken de adamın kulağına hastalığının adını fısıldarlar: "Nostalji"
Yunanca'da "yuvaya dönüş" anlamına gelen "nostos" ile "acı" anlamına gelen "algia" nın bileşiminden oluşan bu sözü Johannes Hofer şuan dimağlarımızda yer alan nostalji tanımından bir hayli farklı olarak kullanıyordu 1680 li yılların sonlarına doğru.
Kendisi ne bir linguisttir, ne filozof ne de şair. Sadece tezini vermeye çalışan İsviçreli bir tıp doktorudur. Sıla özleminden doğup da hem ruhu hem de vücudu tahrip eden bir hastalığın ismi olarak kullanmıştır nostalji kelimesini.
Uzak topraklara savaşmaya gelen askerlerde, yabancı şehirlere okumaya gidenlerde, ülkelerini bir şekilde geride bırakmak zorunda kalmış 17. yy göçmenlerinde kendini gösteren bu hastalık yalnızca yuvayla ilgili saplantılı düşüncelere, halüsinasyonlara ve apatik bir melankoliye yol açmamaktadır. Mide bulantısı ve iştahsızlığın yanı sıra, akciğerlerin yapısında patalojik değişimler, beyinde filizlenen iltihaplar da hep nostaljinin bu ilk kurbanlarının gösterdiği semptomlardır.
Hofer'in bu semptomlarla nükseden hastalığın ismini koymasını takip eden yıllarda Avrupa ve Amerika'da binlerce nostalji vakası geçer kayıtlara. An gelir, bu illete tutulanlar vatansever ilan edilip alkış alırlar, an gelir komutanlar hızla yayılan salgının önüne geçmek için nostaljiye tutulan ilk askeri olduğu yerde canlı canlı gömeceklerini açıklarlar.
Bilhassa 1. Dünya Savaşı'ndan itibaren bu anlamını yitiren kelimenin yerini "geçmişe duyulan onanmaz hasret" anlamına bırakması nasıl oldu bilemiyorum ama adı konmadan önce de acı ile tatlı, mutluluk ile mutsuzluk arasında pek hassas bir yerlerde gezinen bu ruh halini tecrübe ediyordu zaten insanlar...
Bazen bir şarkıyla, bazen bir kokuyla ya da fotoğrafla tetiklenen çağrışım zincirleriydi geçmişin...
Hem sadece geçmişi küsüratlı yıllara sahip insanlara ait bir kavram da değildir nostalji - tamamen yaştan bağımsızdır; zamanın geri dönüşsüzlüğünün farkına varmış bir çocuk bile nostaljiyi kolaylıkla farkedebilir...
Ben kendimce ufak da olsa birkaç nostalji derledim... Baktıkça gülümseten ve beni eski güzel yıllara götüren güzel nostaljik şeyler...
Mevzu bahis olan çocukluğumuzsa şayet, hepimizin unutulmazları vardır. Nesil farklılığının da burada büyük payı var elbette ancak bizim jenerasyonun bayılarak okuduğu bir kitap serisi var ki, şuan hatırlayan herkesin yüzünde kocaman bir gülümseme oluşturacağından eminim :)
"Ayşegül"
İlkokul çocuklarına yönelik hazırlanan "Ayşegül" serisinin orjinalinin Fransız olduğunu ve bizim Ayşegül'ün aslında "Caroline" olduğunu biliyor muydunuz?
Çocukluğuma özgü en büyük nostaljilerden biri de bu Ayşegül ve Arda'nın serüvenlerini okumaktı...
Ayşegül serisi hala satılıyor mu bilmiyorum ama tüm kitaplarını alıp tekrar okuyasım var.
Her çocuğun bir çizgi film izleme çağı vardır. Ama her çağda izlenen çizgi filmler farklılık gösteriyor bu da bir gerçek. Çok mu acımasız olacak bilmiyorum ama yeni nesil çocukların izlediği çizgi filmleri çok gereksiz ve absürd buluyorum.
Bizim zamanımızdaki çizgi filmler cidden çok keyif vericiydi. Yani ben hatırlıyorum çizgi film kuşağını kaçırmayayım diye haftasonları sabah erkenden kalkıp TV başına geçtiğim çocukluk yıllarımı :)
Sonra ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum ama TV bana dünyanın en gereksiz ve sıkıcı teknolojik icadı olarak gelmeye başladı. Ama deseler ki senin çocukluğunun çizgi filmlerini tekrar kuşak halinde seyirciye sunacağız, ilk işim gidip bir TV almak olurdu :)
Sizler de dimağınızda yer eden onlarca çizgi film sayabilirsiniz; Şeker Kız Candy, Casper, Şirinler, Tom ve Jerry, Bugs Bunny, Ninja Kaplumbağalar, Taş Devri ve Jetgiller... Belki de, ara sıra nostalji olsun diye bu çizgi filmlere internet ortamından bakanlarınız bile vardır benim gibi :)
Çizgi filmlerin dışında güzel çocuk yarışmaları da vardı.
Hepimizin kolayca hatırlayacağını umduğum HUGO da bunlardan biriydi değilm mi? :)
Hepimizin kolayca hatırlayacağını umduğum HUGO da bunlardan biriydi değilm mi? :)
Sunucusu Tolga abimizle birlikte telefonla bağlanarak yarışan çocukları ve hugo'nun cadı'nın elinden kaçışını izlerdik Kanal 6 ekranlarında...
Belki çoğumuz Hugo'daki Tolga abi olarak bilinen Tolga Garipoğlu'nun adını unutmuş olabiliriz ama çocuk yarışmaları içinde unutamayacağımız tek bir isim varsa, o da kesinlikle Barış Manço'dur.
Rahmetli Barış Manço şarkılarını hala aynı keyifle dinlediğim bir müzisyen, gerçek bir halk ozanı.
Yapmış olduğu müziğin yanı sıra bir dönem biz çocuklara eğlenceli ve bir o kadar da öğretici bir çocuk programıyla seslenmişti kendisi.
Yarışmanın adını hatırlayanlar el kaldırsın bakiyim :)
"Adam Olacak Çocuk" isimli programı ile biz çocuklara, "7den 77'ye" isimli programı ile de yetişkinlere hitap eden muazzam bir sanatçıydı, ruhu şad olsun...
Müzik demişken, şimdilerde akıllı telefonlarımız sayesinde mp3 çalarların bile pabucu dama atılmış olsa da bizim jenerasyonun hemen hatırlayacağı üzere bir zamanların favorisi "walkman" ler vardı.
O zamanlar walkman sahibi olmak epey havalı ve pahalı da birşeydi. Çok iyi hatırlıyorum, kendi harçlıklarımı biriktirip almıştım. O ilk walkmanimde lise yıllarımda koyu bir fanı olduğum Muse'u dinlerdim. O yıllarda az dinlemedim "Muscle Museum" ve "Unintended" ı walkmanle.
Sonra bir de cep telefonlarının ilk çıktığı yıllar var... Biz bu olaya şahit olmuş bir nesiliz yani bu yüzden kendimi ayrıcalıklı hissediyorum :)
Yine hatırlayacaksınız antenli, takozdan farksız gövdesi olan kırılmaz kasa telefonlarımız vardı bir dönem :)
Biraz nostaljiye ne dersiniz? :)
Ericson a1018 benim ilk telefonumdu.
Ya sizinki? :)
Nostalji turumuza sinemayla son verelim:
Sıkı bir sinemasever olduğumu artık iyi biliyorsunuz.
Bu yazımla beraber nostaljiye olan tutkumu da bildiğinize göre nostaljik filmlerin benim üzerimdeki etkisini artık rahatlıkla tahmin edebilirsiniz :)
Sinema tarihimizin "Yeşilçam Sineması" başlığı altında yer alan o dönemin tüm filmleri hala keyif verir bizlere. Bazen senaryo'daki saçmalıklara gülüyor olsak da dönemin koşullarına göre çekilen ve istenilen duyguyu tüm yoğunluğuyla vermeyi başaran bu filmler bizden tam not almayı hakederler.
Yeşilçam deyince benim aklıma rahmetli yönetmen Ertem Eğilmez gelir. O dönemin en güzel filmlerinin birçoğu O'nun imzasını taşır.
Hatırlayacaksınız, 18 Şubatta Google bizlere güzel bir süpriz yapmış, Ertem Eğilmez'in unutulmaz sinema filmi "Hababam Sınıfı" nı doodle olarak internet ekranlarımıza taşımıştı -ki ben inanılmaz mutlu olmuştum.
Yeşilçam deyince unutulmazlar arasında yer alan efsane çift Adile Naşit ve Münir Özkul'un bütün filmlerini ezbere bildiğinizden şüphem yok. "Gülen Gözler", "Aile Şerefi", "Neşeli Günler"...
Hepsi de sımsıcaktır, içtendir ve de olabileceğinin en iyisidir.
Bir de Sadri Alışık vardır bende yeri ayrı olan. Bütün filmlerini severek izlemişimdir defalarca ve de sıkılmadan. Turist Ömer ve Ayşecik serisi filmleri, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Efkarlıyım Abiler, Baş Belası, Gelin Olacak Kızlar ve daha nicesi...
Ama içlerinden birisi var ki o da "Ah Müjgan Ah" adını taşıyan replikleriyle ve finaliyle insanı tarumar eden filmdir.
"Semtimizin bir tanesiydi Müjgan. Saçları sırtına kadar sırma sırma dökülür.
Elleri ufacık, gözleri dört defa lacivert."
Tabii bir de sinemanın sultanı Türkan Şoray'ımız var. Her filmi ayrı güzeldir ama ben en çok 1970 yapımı "Kara Gözlüm" filmini severim nedense.
"Bir zamanlar kara gözlü, balık kokulu bir kız sevmiştim.."
İşte böyle sevgili arkadaşlar... Nostaljik turumuzun sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Niçin geçmişe özlem duyuyoruz sorusunun cevabını, "Beş Şehir" isimli muazzam eserin sahibi Ahmet Hamdi Tanpınar'dan dinleyelim:
“Niçin
geçmiş zaman bizi kuyu gibi çekiyor? İyi biliyorum ki aradığım şey bu
insanların kendileri değildir; ne de yaşadıkları devre hasret çekiyorum.
Hayır, muhakkak ki bu eski şeyleri kendileri için sevmiyoruz. Bizi
onlara doğru çeken bıraktıkları boşluğun kendisidir.
Ortada izi bulunsun veya bulunmasın, içimizdeki didişmede kayıp olduğunu sandığımız bir tarafımızı onlarda arıyoruz. Çünkü bu daüssıla(nostalji)’nın kendisi başlı başına bir âlemdir. Onunla geçmiş hayatın en iyi izahını yapabiliriz”
Madem o kadar nostaljiden bahsettik yazının kapanışını da yine konsepte en uygun şarkıyla yapalım. Charles Aznavour'un belki de en güzel şarkısı "La Boheme" ve hatıralarınızla sizi başbaşa bırakıyor, sevdiklerinizle mutlu, huzurlu ve keyifli bir gün geçirmenizi temenni ediyorum...
Aşkla kalın!
Ne güzel bir yazı olmuş:)
YanıtlaSilYazıyı okurken bir yandan Neşeli Günler'in müziğini mırıldanıyorum:)
Ayşegül serileri... Ne güzel kitaplardı.
Türk Filmleri... Cuma, cumartesi günleri gidilen akşam oturmalarında bir yandan bu filmler bilmemkaçıncı kez izlenir, bir yandan muhabbetler edilir ve çerezler yenirdi.
Hey gidi günler heyyy...
@ Beyza Aydın Baser,
YanıtlaSilRuhunu nasıl da okşuyor geçmişin güzel hatıraları değil mi? :) Hatırladıkça bile insanın içi sevinç doluyor :)
Bir "Hey Gidi Günler Heyy" de benden :)
Ne kadar dolu ve emek harcanmış bir post olmuş canım. 90'ların çocuklarıyız biz. şarkıya da arkadaşlarım ve ben bayıldık :)
YanıtlaSilCok guzel bir yazi olmus kaleminize saglik.
YanıtlaSilBende kendimce nostalji yasayan ve dile getiren biriyim.
Eskilere goturdunuz beni ve cok mutlu oldum...
sevgiler...
@ Gizem İ.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Gizemcim :) Kesinlikle haklısın, 90larda çocukluğunu yaşamış insanlar olarak cidden şanslıyız :) Şarkı C. Aznavour'un en sevdiğim şarkısı, beğenmenize çok sevindim ayrıca :)
@ Neşeli İşler Dükkanı,
YanıtlaSilYazdıklarım sizi mutlu etti ve gülümsemenize vesile olduysam ne mutlu bana :) Güzel düşüncelerinizden ötürü ayrıca teşekkürler, sevgiler ♥
@kd
YanıtlaSilGeçmişe yolculuk yapıp geldim :)
"Bir zamanlar kara gözlü, balık kokulu bir kız sevmiştim.." Bu söz de akılda kalan bir replik :)
@ KD,
YanıtlaSilHoşgeldin sefalar getirdin öyleyse :) Evet o meşhur replik :))
Bu arada, arka fonu değiştiremiyorum bulduğum resimler kontrol paneliyle uyum sağlamıyor maalesef :( şimdilik böyle kalsın.
Bu post arşivlik olmuş kesinlikle.
YanıtlaSilBüyük emek var maşallah :)
En çok çizgi filmlerimizi özlüyorum, Ayşegül favoriydi her zaman :)
Bu zamana yetiştiğimiz için şanslıyız. Wolkmanlerin değerini en iyi biz biliriz :)
Şimdi hiç bir şeyin tadı yok. Küçüklüğünde cino yemeyen, sulugöz çiğnemeyen çocukların nostaljik anıları hep yarım kalır ^.^
Çok sevdim bu yazını canım benimm ellerine sağlık :)
@ Yasemin,
YanıtlaSilYasemincim canım benim beğenmene çok sevindim :) Sen de benim gibi nostaljiye müptelasın anlaşılan :) Bu nesil neyi nostalji olarak algılayacak bilemiyorum ama bizim çocukluğumuz cidden şahaneydi be tatlım... :) Sevgiler ♥
Çok tatlı çok hoş gülümseten bir yazı olmuş bu:) keyifle okundu:) benim ilk telefonum ericson t 10 du:)) O da babadan kalma eski yani:)Çizgi filmleri hala severim:)
YanıtlaSil@ Bir Hayal Kur,
YanıtlaSilTeşekkür ederim canım, demek sen de ericsonculardandın :)