11 Nisan 2014 Cuma

Kitap Kokusu - Bir Yazar Üç Kitap


Hayre'l Cuma sevgili arkadaşlar, yağmurlu bir İstanbul gününden hepinize kucak dolusu sevgiler :)

İlk kez kitap postu yazıyorum farkettiniz değil mi?

Birçoğunuzun severek okuduğu, okumayanların da kuvvetle muhtemel ismini sıklıkla duyduğu bir yazardan ve onun birbirinden güzel üç kitabından bahsetmek istiyorum bugün.


Sarah Jio'nun ilk kitabı Mart Menekşeleri,  Library Journal En iyi Kitap Ödülü'nü almaya hak kazanmış harikulade bir roman. Kitabın baş kahramanı Emily Wilson, kocası tarafından başka bir kadına tercih edildiğini öğrenince büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Bir nevi biz Türklerin "Tebdil-i mekanda ferahlık vardır" dercesine, yaşadıklarından uzaklaşmak ve iç huzurunu yeniden onarmak için teyzesi Bee'nin teklifini kabul ederek, Banbridge Adası'na gider. 

Bir kadının yüreği sırlarla dolu bir denizdir…

Aylardan Mart'dır. Ada'nın en güzel zamanında gelen Emily kayıtsızca Bainbridge'in keyfini sürmeyi umut ederken, esrarengiz bir günlük bulur. Kırmızı kadife kaplı bu defterde yazılanlar onu geçmişin tozlu sayfalarına hapsolan gerçek bir aşk hikayesine ve altmış yıllık bir aile sırrına götürür.


Sarah Jio, farklı zamanlarda gerçekleşen olayları ve birçok karakteri muntazam bir olay örgüsüyle birbirine bağlamış. Günlük tarzı yazılan kitapları oldum olası beğenen biri olarak, özellikle Emily'nin gizemli günlüğü okuduğu sayfalarda resmen satırları yutarcasına okudum. Geçmişin izlerinin bugünü nasıl etkilediği de ince bir biçimde anlatılmış. Alınası dersler bakımından da içeriğindeki detayların incelikle işlendiği bir roman kesinlikle.

Sanırım bu kitaptan geriye kalan en güzel cümle de buydu:

"Hayat, birine seni seviyorum demenin kararsızlığını yaşamak için çok kısadır..."



Kitabın orjinal kapağı da çok hoş ama bir country - vintage hastası olarak Arkadya'nın kapak seçimine de resmen eridim bittim diyebilirim :)



Gelelim Sarah Jio'nun ikinci kitabı olan "Yağmur Sonrası" na:


Yıl 1942. II.Dünya Savaşı'nın en hararetli zamanları. Genç, güzel ve nişanlı bir kadın olan Anne Calloway, evini, ailesini ve onu çok seven nişanlısını bırakarak, Bora Bora Adası'nda hemşire olarak görev almak üzere orduya katılır. Orada onu bekleyen, hesaba katmadığı birçok şey vardır. 


Yakışıklı asker Westry Green ile tanışmasının ardından kalbi tutku ve aşk ile dolar Anne 'nin. Kısa sürede aşkları, adadaki amber çiçekleri gibi filizlenir. Sazdan çatısı olan bir bungalovun altında aşklarını büyütürlerken savaşın acımasızlığına ve bir de cinayete şahit olurlar. Savaşın tam ortasında büyüyen aşkları savaş rüzgarlarına yenik düşer. Her biri farklı yerlere savrulan çift, bir araya gelemezler.

Aradan yetmiş yıl geçmiştir ancak anıları bir türlü aklından silememiştir Anne Calloway. Sonra bir gün Bora Bora'dan gizemli bir mektup gelir. Aradan onca zaman geçmiştir, Anne hatıralarının tekrar gün yüzüne çıkma pahasına mektubun izinden gidecek midir? İşte bu sorunun cevabı, bu kitabın içinde...

Umut tükenmiş gibi görünse de ikinci şans her zaman vardır… Ya yoksa?

Mart Menekşeleri'nden hemen sonra okuduğum bu roman, sanki orada, Bora Bora Adası'nda bir köşede yaşananları izliyormuşum hissi verdi. Tasvirleri ve olay örgüleri her zamanki gibi oldukça başarılı buldum. Öyle akıcı bir şekilde anlatılmıştı ki herşey, Mart Menekşeleri'nden daha kısa sürede bitirdim çünkü kitabı elime aldığımda sanki mıknatısa yapışır gibi yapışıyordum. Hele kitabı elime aldığım son gece... Yatmadan önce yarım saat okuyayım diye aldım ama gelin görün ki kitabı bitirip öyle uyuyabildim. Her sayfayı okurken, bir sonraki sayfada neler olacak diye merak içinde okudum. Her ne kadar sabah uykusuz bir şekilde işe gitmiş olsam da hiç pişman değilim, yine olsa yine aynı şeyi yapardım eminim :)

Arkadya'nın kapak tasarımlı yine harikaydı. Yani sadece kapak tasarımları bile bu kitapların albenisini arttırıyor.  Bu kitabımızın kapağı da harikaydı. Bu arada, kitabın orjinal ismi yazar tarafından "The Bungalow" olarak belirlenmiş. Hakikaten bu isimle kalsaymış daha mı iyi olurmuş diye de düşünmeden edemedim.



Ve gelelim sonuncu kitabımıza: 

"Böğürtlen Kışı" isimli kitabı, yazarın üç kitabı arasından yüreğime en çok dokunanı.

İsmiyle de oldukça ilgi çekici. Böğürtlen kışı, zamansız bastıran kış soğuğuna verilen isimmiş. 
"Canım Daniel'ım,

Kaybolduğun gün dünyam sona erdi, canım oğlum. Seni her kim alıp götürdüyse, seninle birlikte kalbimi, hayatımı da çaldı. Ben senin gülümsediğini görmek, kahkahalarını duymak, mutluluğunu paylaşmak için yaşıyordum."

Karlı bir mayıs akşamında biricik oğlu, Daniel'i kaybeden Vera Ray ve öte yanda bir kaza sonucu doğmamış bebeğini kaybeden Claire...
Aylardan mayıstır ancak kış geri gelmiş gibidir. Halk dilinde "Böğürtlen Kışı" olarak bilinen bu durumun aslında yetmiş yıl önce de yaşandığı ile ilgili bir haber yapmak üzere araştırma yaparken kayıp bir çocuğun hikayesiyle karşılaşan Claire'in tek isteği, o küçük çocuğa ne olduğunu bulmaktır. O acılı anneyi en iyi kendisi anlayabiliyordur, nasılsa kendisi de nihayetinde evladını kaybetmiş bir annedir...

Bir anne için sanırım en büyük imtihanlardan biri canparesi, biricik yavrusunu kaybetmiş olması. İşte bu kitap da iki acılı annenin hikayelerinin nasıl kesiştiğini anlatıyor.  

Kitabın sonunda Sarah Jio, bu kitabın hikayesini anlatırken, dinlediği bir şarkının nasıl esin kaynağı olduğundan ve kitap yazma sürecinde kendisini besleyen hadiselerden bahsediyor. 

Ben kitabı okurken, özellikle bitirmeden önce Sarah Jio'nun son notunu okurken, anladım ki bu kitap gerçekten yüreğimde bir yerlere dokunmayı başarabildi. Belki henüz bir anne değilim ancak evladını altmış günlükken kaybeden bir annenin evladı olarak, kendi annemi ve onun acısını daha iyi anlamama vesile oldu bu kitap...


Yazar kitap kapağında imzasını paylaşmış, bu da demek oluyor ki evinizde Sarah Jio imzalı bir kitap var :) Kapak tasarımına yine söylenecek söz yok oldukça naif ve güzel bir tercih olmuş. Arkadya'da kapak tasarımı yapanlar her kimse, cidden zevkli insanlar vesselam!

Haa unutmadan :) Bu kitapta Mart Menekşeleri'nden hatırlayacağımız Emily ile ilgili güzel haberler de alıyoruz. Kitabın baş kahramanı Claire'in Emily isimli arkadaşı, Mart Menekşeleri'nde tanıdığımız Emily'miz. Kendisi artık evli ve bir de ikiz bebek annesi. Eskiye dair karakterleri böyle güzel haberlerle karşımızda bulmak, onları daha bir sahibi yapmıyor mu sahi? :)

Evet sevgili arkadaşlar, Sarah Jio kitapları ile ilgili postumuzun sonuna geldik. Bizleri böyle güzel kitaplarla buluşturdukları için, buradan Arkadya editörlerine teşekkür etmek istiyorum. Gerek akıcı ve keyifli ilerlememizi sağlayan çevirileri, gerekse kapak tasarımlarıyla bir harikalar. Özellikle de o püsküllü ayraçları yok mu! Bayılıyorummm :)

Henüz okumamış olanlara şiddetle tavsiye edilir. Üçü de gerek üslup, gerek dilinin akıcılığı ve gerekse merak duygusunu doruğa çıkaran olay örgüsüyle tek oturuşta bitirilecek türden kitaplar. Ben altı günde üç kitabı, her gün yaklaşık ikişer saat okuyarak bitirebildim... Hatta bitirdikten sonra kızdım kendime keşke tadını çıkara çıkara okusaydım, niye bu kadar acele ettim diye... Ama suç bende değil, emin olun. Elinize alınca bırakmak pek de mümkün olmuyor benden söylemesi :)



Herkese sevdikleriyle keyifli, huzurlu ve mutlu bir haftasonu diliyorum.

Aşkla kalın!

5 yorum:

  1. mimlendiniz konuyu biliyorsunuz kamera arkası :) miminizi vermeye gelmişken bir sarah jio hayranı ile karşılaştığım içinde ayrıca mutlu oldum :)

    YanıtlaSil
  2. Öncelikle bloğuma hoşgeldiniz :) Mim için teşekkürler, seve seve cevaplayacağım inşallah. Sevgiler :)

    YanıtlaSil
  3. canımmm yazarın son kitabı "son kamelya" çıkmıştır bilgine :):)

    YanıtlaSil
  4. canımm yazarın son kitabı "son kamelya" çıkmıştır bilgine,ilgine:)

    YanıtlaSil
  5. @ Fatma Ay

    Evet bitanem biliyorum 1 mayısta çıktı :) siparişimi verdim ben de dört gözle bekliyorum güzel kitabımın gelmesini :)

    YanıtlaSil

Can-u gönülden yapılan birkaç satır kelamdır bu blog sahibesini sevindiren :)

BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya