24 Şubat 2014 Pazartesi

Sil Baştan - Eternal Sunshine Of The Spotless Mind

Hayatınızdan silmek istediğiniz biri oldu mu hiç? Üzerine en güzel hayallerinizi yatırdığınız ilişkinin sonu kocaman bir hayal kırıklığıyla bitti mi? "Keşke seni hiç tanımasaydım" dediniz mi birisine?

Joel ile Clementine bunu söylediler. Onlar ne birbirlerini unutabiliyorlardı ne de yeniden aşktan konuşacak cesareti kendilerinde bulabiliyorlardı. Herşeyi denediler, olmadı. Hafızalarında birbirlerine ait her ne varsa sildirip, sanki hiç yaşanmamış gibi hayatlarını "Sil Baştan" yaşamak istediler. 

Bu sefer de kalpleri onlara büyük bir oyun oynuyordu. Tıpkı Pablo Neruda'nın o meşhur sözünde dile getirdiği gibi; bir gün bir yerde karşılaştılar ve yeniden tanıştılar ancak hiçbir şey bıraktıkları gibi değildi. Hala büyük yaralar vardı kalplerinde. Sırf aşkı kazıyacağız diye o yaralı kalpleri söküp atamayacaklarını çok iyi anlamışlardı...

Joel sıradan ve sıkıcı, Clementine ise küçücük dünyasında kocaman hayalleri olan bir çift. Görünürde birbirlerine duydukları aşk dışında neredeyse hiçbir ortak yanları yok.


Sil Baştan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind), özgün senaryosuyla Oscar'ı haketmiş 2004 yapımı bir film.

Türkçe'ye tam olarak "Kusursuz Aklın Sonsuz Günışığı" olarak çevrilebilecek olan filme Alaxander Pope'un "Eloisa to Abelar" isimli uzun şiirindeki şu dizeler ilham vermiş:

How happy is the blameless Vestal's lot!
The world forgetting, by the world forgot;
Eternal sunshine of the spotless mind!
Each pray'r accepted, and each wish resign'd.

"Masum ahlaklı kadınlar nasıl da mutlu!
Dünyayı unutmuş ve dünyanın unuttuğu;
Kusursuz aklın sonsuz gün ışığı!
Tüm kullar kabullendi ve hepsi boyun eğmek istiyor.

İste bu satırların kendilerine ilham verdiği filmin senaristleri Charlie Kaufman ve Pierre Bismut, ve filmin yönetmeni Michel Gondry "En İyi Özgün Senaryo Akademi Ödülü"nü kazandılar. Ayrıca film, sinemaseverler tarafından yapılan oylamalarla 8,4 puan alarak 82. sırada IMDb TOP 250 listesinde yerini aldı.





Jim Carrey'in Joel Barish, Kate Winslet'in ise Clementine Kruczynski rolleriyle başrolleri paylaştıkları fiilm, konusunu anlatarak ifade edilemeyecek kadar derin anlamlar içeriyor aslında.

17 Şubat 2014 Pazartesi

Unutmak Nimettir Şükür Gerektirir

Allah-u Teala biz kullarına öyle nimetler ihsan etmiştir ki saymakla bitiremez, şükrünü eda etmenin sonunu getiremeyiz.

Nimet deyince çoğumuzun aklına sıhhat, yemek içmek gibi şeyler gelir. Kainata bakınca gördüğümüz nimetler de vardır; güneşin o dev cesametiyle her sabah yeniden doğarak dünyamızı aydınlatıp ısıtması, geceleri ayın ve yıldızların gökyüzünü bir kandil misali süslemesi, yağmurun bir rahmet alameti olarak yeryüzüne inmesi...

Nimettendir diye sayılabilecek ne çok şey var ahir ömrümüzde...

Ancak çoğumuzun unuttuğu bir nimetten bahsetmek istiyorum bu yazımda : Unutmak nimeti.

İronik oldu değil mi? 

Unuttuğumuz nimet "unutmak".

Bazen öyle ıstıraplar, öyle acılar kuşatır ki insanın çevresini; öyle travmalar, öyle trajediler yaşanır ki bazen sanki hiç bitmeyecek, hiç geçmeyecek gibi hissedilir. Rabbimiz öyle şefkatli, öyle merhametlidir ki "unutma" nimetini de biz insanoğlu için yaratmıştır. Bu nimeti yavaş yavaş döker insanoğlunun kalbine. Ve yavaş yavaş unutur insan unutamam dediği her ne yaşadıysa...

Peki hiç düşündünüz mü insanoğlu unutamasaydı ne olurdu?

Yaşadığımız sıkıntıların ve acıların gözümüzün önünde an be an canlandığını, üzücü sahnelerin zihnimizde sürekli ilk günkü gibi taze kaldığını hiç hayal edebiliyor musunuz?

Düşünmesi bile ızdırap veriyor insana değil mi?

"Elemin zikri de o güne elem verir" demiş büyükler. Ne hikmetli söz.

İnsan olmak başlı başına zor meziyet. Bir ara merakımı celbetmişti, araştırmıştım nedir "insan" kelimesinin kökü diye. Bulduklarım beni oldukça şaşırttı çünkü birçok dilbilimciye göre "insan" kelimesi, unutmak anlamına gelen "nisyan" kelimesinden türetilmiş, bu yüzden, "İnsan verdiği sözleri kolayca unutur" demişler.

Sanırım birer beşer olarak en büyük unutuşumuz, "Bezm-i Elest"te Yüce Yaradıcımıza verdiğimiz o söz. Hani var olmayı, doğmayı, bu aleme gelmeyi kabul ettiğimiz zaman ve henüz o mekanda verdiğimiz söz. Doğmak ve dünyaya gönderilmek üzere verdiğimiz vakit, aslında bu sözleşmenin tabii bir neticesi olarak ölmeyi de peşinen kabul ettiğimiz o söz.

Bu yüzden hafıza-i beşer nisyan ile melüldür. Verdiğimiz sözün üzerinden tahmin yürütemeyeceğimiz kadar çok zaman geçmiş üzerinden. Biz verdiğimiz sözü unutup da sadece bize verilen yaşamak kısmını sevip bağlanmışız. Çok sevdiğimiz hayat, hani şu tüm güzelliklere ve sonlu dünya nimetlerine sahip hayat... Neticede fanidir dünya, onun da ihaneti kaçınılmazdır tüm eski sevgililer gibi...

Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. 

Hakikat.

Hepimiz unuturuz. 

Bazen unutmayı istesek de unutamayız. 

Bazen hiç unutmak istemediklerimizi unutuveriririz; unutturulduğunun farkında bile olmadan...

Unutmak nimettir şükür gerektirir. 

Unutunca kolaylaşır hayat; buhar olur, uçar gider hafızamızdaki tonlarca yük...

Üzüldüğümüz ve üzdüğümüz ne varsa siler süpürür hafızamızdan...

Unutmak nimettir şükür gerektirir. Yüce Rabbimiz boşuna vermemiş bu nimeti bizlere. 

Mevlana Hazretleri ne de güzel izah etmiş:

Her gün bir yerden bir yere göçmek ne güzel,
Bulanmadan dupduru akmak ne hoş,
Dün dünde kaldı cancağızım,
Bugün yeni şeyler söylemek gerek.

İşte böyle güzel bir nimet unutmak sevgili dostlar...

Bu yüzden bloğumun adını çok seviyorum: 
"Yeniler Kendini Hayat"


Her doğan güneşle beraber yenilensin hayatlarınız, 

Neşeniz, muhabbetiniz ve sevgileriyle kalplerinizi dolduran sevdikleriniz olsun yenilenen hayatlarınızın içinde...

Aşkla kalın!



15 Şubat 2014 Cumartesi

Stephen King' den Beyazperdeye


Dünyaca ünlü yazar Stephen King'i tanımayanımız var mı?

 Korku-Gerilim türünün en başarılı örneklerini veren Stephen King'in herhangi bir kitabını okumadıysanız bile sanıyorum ki onun kitaplarından çevrilen bir filmi mutlaka izlemişsinizdir.

Stephen King'in kitaplarından sinemaya uyarlanan yüze yakın film var. Ben hepsini olmasa da yarısına yakınını izledim sanırım. Ama içlerinde öyle filmler var ki gerçekten takdire şayan. 

İşte bu yüzden, en sevdiğim Stephen King'ten uyarlanma filmleri tek bir yazıda derlemek istiyorum bugün, becerebilirsem tabii :)

Hadi başlayalım!

*

Benim için olduğu kadar dünya çapında yapılan oylamaların da yer aldığı IMDb sitesinin TOP 250 listesinde 9,2 puanla hala en iyi filmler sıralamasında liste başı olarak yerini koruyan "Shawshank Redemption - Esaretin Bedeli"  en iyi Stephen King derlemesidir bence.



Bu yazımda bahsettiğim "Shawshank Redemption - Esaretin Bedeli" isimli film de yine Stephen King'in "Different Seasons - Kuşku Mevsimi" kitabındaki hikayelerinden birisi olan "Rita Haywort and Shawshank Redemption" dan sinemaya uyarlanmıştı.

Yönetmen Frank Darabont'un sinema tarihine kazandırdığı bu muhteşem filmin başrollerinde İrlandalı siyahi adam Ellis Redding'i canlandıran Morgan Freeman ve şaibeli bir cinayet dolayısıyla ömür boyu hapis cezasıyla yargılanan zeki bankacı Andy Dufresne rolüyle de Tim Robbins'in muhteşem preformansları ile zihinlerimize kazınmıştı.

*

Gelelim bir diğer filmimize: The Green Mile - Yeşil Yol

Birçok başarılı filme imzasını atan yönetmen Frank Darabont'un bu filmi artık klasikler arasında yer alıyor. 1999 yapımı olan Yeşil Yol hapishanede geçen olayları konu alıyordu. Hapishane infaz baş gardiyanı Paul ve hükümlüler arasına sonradan eklenen, ürkütücü görüntüsünün altında oldukça ince fikirli ve karmaşık bir ruh taşıyan John Coffey arasında geçen olaylar zincirini ele alan filmin çekimleri için şu sıralar kullanılmayan Tennessee hapishanesi kullanılmış, infazların yapıldığı elektrikli sandalyenin tasarımı için ise New York'taki Sing Sing Hapishanesinde yer alan gerçek infaz sandalyesinden ilham alınmış.




Fantastik öğeleriyle hafızalara kazınan sahnelerde başrolleri paylaşan hapishane gardiyanı Paul Edgecomb rolüyle Tom Hanks ve siyahi hükümlü John Coffey rolüyle de Michael Clark Duncan bizlere eşsiz bir sinema şöleni yaşatmışlardı.

*

Ve sırada üçüncü filmimiz var: 1408

1408 filmi benim en sevdiğim psikolojik gerilim filmlerinden biridir. İzleyip de beğenmeyenler var mıdır bilemiyorum ama film daha ilk saniyelerinden itibaren sizi öyle bir sarıyor ki bir an olsun gözünüzü ekrandan ayıramıyorsunuz.

BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya