20 Mart 2014 Perşembe

Om Shanti Om




Bahar geliyor; içimde bir coşku, bir mutluluk var ki sormayın gitsin :)

Herşey çok iyi, çok güzel hamdolsun da şu işler böyle yormasa da bu güzel baharın daha bir tadını çıkarabilsem...

Bloğuma daha fazla yazı yazmak için yanıp tutuşsam da, bu aralar iş yoğunluğum ne yazık ki fırsat vermiyor. Görüşmeler, toplantılar derken işten vakit bulabilir de iki satır yazabilirsem ne ala. Akşam eve gittiğimde yemek yer yemez zaten nakavt oluyorum. Bırakın bloğa yazmayı, film izlemeye bile mecalimin kalmadığını hissediyorum.

Bu ara her ne kadar kitaplarımla haşır neşir oluyor olsam da haftasonları değişmez Bollywood matinesi vardır benim evimde :) Malum bu hintlilerin filmleri en aşağı iki buçuk - üç saat sürdüğünden mütevellit ancak haftasonları izleyebiliyorum artık. 

Son zamanlarda izlediğim güzel bir Hint filmi ile tanıştırmayı planlıyorum bugün Bollywoodsever arkadaşlarımı.

"Om Shanti Om"

 


2007 yapımı olan "Om Shanti Om" filminin yönetmenliğini Farah Khan üstlenmiş. Kendisi  filme konu olan hikayenin de sahibi aynı zamanda. 

Filmin içeriğine uzun uzun değinmeyi ne çok isterdim (satırlarca yazabilirim bu filmi, o kadar çok sevdim),  ancak izlememiş olan arkadaşlar için spoiler vermek istemediğimden kısa ve öz olarak anlatmaya çalışacağım.

70'li yıllarda bir film şirketinin sahibi olan Mukesh Mehra'nın filmlerinde amatör bir oyuncu olarak oynayan ancak ileride büyük bir film yıldızı olma arzusuyla yanıp tutuşan bir genç adamdır Om Prakash Makhija.

Bir de  Shanti priya'mız var elbette. İşte, hint sinemasının süper starı, güzeller güzeli Shanti'ye aşıktır bizim Om da.

Om, film çekimleri esnasında Shanti'nin hayatını kurtarınca aralarında bir arkadaşlık doğar. Om  Shanti'ye deli gibi aşıktır ve Shanti'yle beraberken dünyanın en mutlu adamıdır - taa ki Shanti'yle ilgili gizli gerçeği öğrenene kadar. Om'un sevgisini taşıyan o masum kalbi, öğrendiği gerçekle kötü bir şekilde kırılmıştır.


Shanti'nin başı büyük derde girmiştir ve acıyla kıvranan yüreğine rağmen çok sevdiği Shanti'yi kurtarmak için kendini ateşe atar. Shanti bu kazada ölmüştür, Om ise ciddi bir şekilde yaralanmıştır. 

12 Mart 2014 Çarşamba

Geçmiş Zaman Olur Ki Hayali Cihana Değer...


Nostaljiyi sever misiniz? 

Sizi bilmem ama, müzikten tutun da sinemaya kadar nostaljik olan herşeyin müptelasıyımdır ben.

Şevket Süreyya'ya nostaljiyi sormuşlar, O da şöyle cevaplamış:

"Adamın birisi ruhsal açıdan git gide kötüler. Ümidini, çoşkusunu yitirir. Karanlık; kendi içine dönük bir kişiliğe bürünür.

Çevresindekiler yardım etmek isterlerse de birşey gelmez ellerinden. Adamı hekimlere götürürler. Yapılacak birşey yoktur çünkü adam konuşmamaktadır. Çaresiz kalan hekimler sorunla uğraşırlarken, birden bire hastanın gözlerini odanın duvarında asılı duran bir tablodan ayırmadığını farkederler. Sürekli olarak aynı noktaya bakmaktadır.

Uğraşır, didinir ve anlarlar nihayet adamın sorununu. Karlarla kaplı bir küçük köy manzarası olan resim, aslında adamın geçmişini bıraktığı köyüne benzemektedir. Bunu kendisine söyler ve oraya gitmesini salık verirler.

Kapıdan çıkarken de adamın kulağına hastalığının adını fısıldarlar: "Nostalji"

Yunanca'da "yuvaya dönüş" anlamına gelen "nostos" ile "acı" anlamına gelen "algia" nın bileşiminden oluşan bu sözü Johannes Hofer  şuan dimağlarımızda yer alan nostalji tanımından bir hayli farklı olarak kullanıyordu 1680 li yılların sonlarına doğru.

Kendisi ne bir linguisttir, ne filozof ne de şair. Sadece tezini vermeye çalışan İsviçreli bir tıp doktorudur. Sıla özleminden doğup da hem ruhu hem de vücudu tahrip eden bir hastalığın ismi olarak kullanmıştır nostalji kelimesini.

Uzak topraklara savaşmaya gelen askerlerde, yabancı şehirlere okumaya gidenlerde, ülkelerini bir şekilde geride bırakmak zorunda kalmış 17. yy göçmenlerinde kendini gösteren bu hastalık yalnızca yuvayla ilgili saplantılı düşüncelere, halüsinasyonlara ve apatik bir melankoliye yol açmamaktadır. Mide bulantısı ve iştahsızlığın yanı sıra, akciğerlerin yapısında patalojik değişimler, beyinde filizlenen iltihaplar da hep nostaljinin bu ilk kurbanlarının gösterdiği semptomlardır.

Hofer'in bu semptomlarla nükseden hastalığın ismini koymasını takip eden yıllarda Avrupa ve Amerika'da binlerce nostalji vakası geçer kayıtlara. An gelir, bu illete tutulanlar vatansever ilan edilip alkış alırlar, an gelir komutanlar hızla yayılan salgının önüne geçmek için nostaljiye tutulan ilk askeri olduğu yerde canlı canlı gömeceklerini açıklarlar.

Bilhassa 1. Dünya Savaşı'ndan itibaren bu anlamını yitiren kelimenin yerini "geçmişe duyulan onanmaz hasret" anlamına bırakması nasıl oldu bilemiyorum ama adı konmadan önce de acı ile tatlı, mutluluk ile mutsuzluk arasında pek hassas bir yerlerde gezinen bu ruh halini tecrübe ediyordu zaten insanlar...

Bazen bir şarkıyla, bazen bir kokuyla ya da fotoğrafla tetiklenen çağrışım zincirleriydi geçmişin...

Hem sadece geçmişi küsüratlı yıllara sahip insanlara ait bir kavram da değildir nostalji - tamamen yaştan bağımsızdır; zamanın geri dönüşsüzlüğünün farkına varmış bir çocuk bile nostaljiyi kolaylıkla farkedebilir...

 Ben kendimce ufak da olsa birkaç nostalji derledim... Baktıkça gülümseten ve beni eski güzel yıllara götüren güzel nostaljik şeyler...

Mevzu bahis olan çocukluğumuzsa şayet, hepimizin unutulmazları vardır. Nesil farklılığının da burada büyük payı var elbette ancak bizim jenerasyonun bayılarak okuduğu bir kitap serisi var ki, şuan hatırlayan herkesin yüzünde kocaman bir gülümseme oluşturacağından eminim :)

"Ayşegül" 

İlkokul çocuklarına yönelik hazırlanan "Ayşegül" serisinin orjinalinin Fransız olduğunu ve bizim Ayşegül'ün aslında "Caroline" olduğunu biliyor muydunuz?

Çocukluğuma özgü en büyük nostaljilerden biri de bu Ayşegül ve Arda'nın serüvenlerini okumaktı...

 Ayşegül serisi hala satılıyor mu bilmiyorum ama tüm kitaplarını alıp tekrar okuyasım var.


Her çocuğun bir çizgi film izleme çağı vardır. Ama her çağda izlenen çizgi filmler farklılık gösteriyor bu da bir gerçek. Çok mu acımasız olacak bilmiyorum ama yeni nesil çocukların izlediği çizgi filmleri çok gereksiz ve absürd buluyorum.

Bizim zamanımızdaki çizgi filmler cidden çok keyif vericiydi. Yani ben hatırlıyorum çizgi film kuşağını kaçırmayayım diye haftasonları sabah erkenden kalkıp TV başına geçtiğim çocukluk yıllarımı :)

Sonra ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum ama TV bana dünyanın en gereksiz ve sıkıcı teknolojik icadı olarak gelmeye başladı. Ama deseler ki senin çocukluğunun çizgi filmlerini tekrar kuşak halinde seyirciye sunacağız, ilk işim gidip bir TV almak olurdu :)

Sizler de dimağınızda yer eden onlarca çizgi film sayabilirsiniz; Şeker Kız Candy, Casper, Şirinler, Tom ve Jerry, Bugs Bunny, Ninja Kaplumbağalar, Taş Devri ve Jetgiller...  Belki de, ara sıra nostalji olsun diye  bu çizgi filmlere internet ortamından bakanlarınız bile vardır benim gibi :)


Çizgi filmlerin dışında güzel çocuk yarışmaları da vardı.

BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya