20 Nisan 2015 Pazartesi

Şükür Kavuşturana!


Yüce Yaradan'a sonsuz şükürler olsun, yeni bir rahmet iklimine, mübarek üç aylara erişmeyi yeniden nasip etti bizlere. Bu aylar, kalplerimizdeki imanın ve içimizde Allah'a yönelme ve ona kulluk etme şuurunun daha canlı tutulduğu rahmeti, mağfireti, fazl-ı keremi diğer aylardan bol olan Recep, Şaban ve Ramazan aylarıdır.




 Peygamber Efendimiz (sav) Recep ayına girince "Allahümme Bariklena fi Recebe ve Şaban ve belliğna Ramazan." (Allah'ım! Bize Recep ve Şabanı mübarek kıl ve bizi Ramazan'a ulaştır.)
diye dua edermiş. Öyleyse bu dua, müminin salih ameller işleyebilmesi için faziletli vakitlere ulaşmayı dilemesinin müstehap olduğunu gösteriyor. Peki bu üç ay neden bu kadar mukaddes ve mübarek biz Müslümanlar için?

Yüce Allah, hem maneviyattan uzaklaşmamızı önlemek hem de hayat hengamesine ve tekdüzeleşen manevi atmosferimize canlılık katmak için bazı ay, hafta ve günlere özel bir değer atfetmiştir. Nasıl ki bir haftanın içerisinde Cuma en kıymetli olanıdır, bunun gibi bir yıl içerisinde bayram günleri ve geceleri, üç aylar diye isimlendirdiğimiz Recep, Şaban ve Ramazan ayları ve bu aylar içerisinde yer alan gibi mübarek geceler bahşetmiştir biz kullarına. 

Peygamber Efendimiz, bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmuştur: "Recep ayı Allah-u Teala'nın, Şaban  ayı benim, Ramazan ayı ise ümmetimin ayıdır." Üç aylar diye adlandırdığımız Recep, Şaban ve Ramazan ayları aslında bir manevi iklimdir bizler için. Beş mübarek gecenin dördü, bahsi geçen bu mübarek üç ayda yer alıyor. Bu mübarek geceler; Regaip (Recep ayının ilk Cuma gecesi), Miraç (Recep ayının 27. gecesi ve Peygamber Efendimiz sav'ın miraca çıkması olayı), Berat (Şaban ayının 15. gecesi) ve Kadir gecesi (Ramazan ayının 27. gecesi) dir. 

 Bildiğimiz üzere, bu mübarek gecelere halk arasında "Kandil Gecesi" deniliyor. Kandil anlayışı Peygamber Efendimizin uygulamaları arasında yer almıyordu ancak Hicri 3. asırda, genellikle tasavvufi çevreler tarafından kutlanmaya başlanılmış, Osmanlı'da da ilk kez II. Selim zamanından itibaren minarelerde kandillerin yakılmaya başlanması ile birlikte "Kandil" olarak anılmaya başlanmış.

Biz insanoğlunun yeryüzüne gönderiliş gayesi Yüce Allah’a kul ol­mak... Bu manevi iklimden en üst düzeyde faydalanabilmek için yapmamız gereken şey kulluk muhasebimizi yapmak ve kendimizi revize etmek. "Allah'u Teala ile yakınlığım nasıl? Onun istediği gibi bir kul olabildim mi? Beni ondan uzaklaştıran kötü alışkanlıklarım var mı? Her an ölüm gelecek olsa ben buna ne kadar hazırlıklıyım? Ahiret için hazırlığım var mı?" sorularını kendimize sorarak nefsimizi bir nevi hesaba çekmek...

Bazı vakitleri diğer vakitlerden üstün kılarak kullarının af ve mağfiretine vesile yapan Yüce Allah’a hamd, bu kıymetli vakitlerden en güzel şekilde nasiplenmemizi bize öğreten Efendimiz, Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (sav) salât ve selam olsun!

Tüm Müslüman Alemi'nin mübarek üç aylarını can-u gönülden tebrik eder, nicesine sevdiklerimizle erişmeyi ve hakkıyla değerlendirerek, feyzinden yararlanabilmeyi Yüce Mevla'dan niyaz ederim.
 

19 Nisan 2015 Pazar

Kitap Kokusu - Distopya Okumaları IV - Hayvan Çiftliği

 Bu aralar oldukça yoğun bir çalışma temposuyla geçiyor günlerim. Özellikle çocuklara uyguladığım testler, onların değerlendirilmesi, aile görüşmeleri iş yerindeki zamanımın tamamını kaplıyor. Önceleri, görüşmelerimin olmadığı zaman dilimlerini yazarak değerlendirebiliyordum ancak artık bu eskisi kadar mümkün görünmüyor. En azından Haziran'a kadar.

Bu yüzden eskisi kadar yoğunlaşamıyorum blogdaki yazılarıma. Bilhassa, okumuş olduğum kitaplara dair yazılarım için daha fazla konsantrasyona ve zamana ihtiyacım oluyor. Velhasılı, eskisi kadar sık kitap yazısı giremiyorum. Bloğumdaki bu kategoriyi ilgiyle takip ettiğini bildiğim bir çok takipçim var, bazılarından mailler de alıyorum. Özrümü buradan bir kez daha beyan etmek ve kendilerinden anlayış istirham etmek durumundayım.

Distopya okumalarım için hazırlamış olduğum listenin neredeyse tamamını okuyabilmeyi başardıktan sonra uzunca bir süre elime distopik roman almadım diyebilirim. Yanılmıyorsam en son Ray Bradbury'nin "Fahrenheit 451" ini okumuştum. Oysa blogdaki distopik kitap yazılarımın sonuncusu Aldous Huxley'in "Cesur Yeni Dünya"sı. Bu seriyi takip edenler için sıradaki kitap yazımın yine distopik okumalarımdan yer almasını uygun gördüm.

Beni George Orwell ile tanıştıran, dünyaca tanınan eseri 1984 olmuştu. Politikayla hiç ilgilenmiyor olmama rağmen, olaylara farklı bir perspektiften bakmak, bu tarz konularla ilgili düşünmek ve araştırma yapmak konusunda bana ivme kazandırmış oldu. Sonrasında farklı distopik kitaplar okusam da, yine en bilindik eserlerinden "Hayvan Çiftliği"ni okuma listeme almış, bir sonraki kitap siparişime hemen eklemiş ve arayı açmadan okumuştum.



Belki bir 1984 değil ancak okunması ve anlaşılması 1984 ten çok daha kolay olan bir kitap olduğu kanaatindeyim "Hayvan Çiftliği"nin. Zaten ön sözünde yer alan açıklamanın, kitabı okurken hangi perspektiften değerlendirmeniz gerektiği konusunda size büyük bir yardımı oluyor. 

Kitap, bir çiftlikte yaşayan hayvanların, kendilerini sömüren insanlara karşı başkaldırıp, çiftliğin yönetimini ele geçirmesini anlatıyor. En baştaki amaçları daha eşitlikçi bir topluluk oluşturmak olan bu çiftlik hayvanlarının kurduğu düzende, aralarındaki en akıllı hayvan olarak düşünülen domuzların yönetimi ele geçirmesiyle başlayan ve sonu felaketle biten öyküsünü okurken, bu hayvanların aslında -ve ne yazık ki- insanlardan daha totaliter, daha acımasız bir diktatörlük kurduğunu görüyorsunuz.

Önsözdeki açıklamalarla birlikte bilinen göndermeler gösteriyor ki, 1940'ların sosyalizmine yergi niteliği taşıyan bu kitapta Orwell açık bir şekilde Rus Sosyalist Devrimi'ni ve yönetimi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiren Stalin rejimini hedef almıştır. Bu yüzden, romandaki lider domuzun Stalin'i simgelediği çok açık bir şekilde görülüyor. 

Orwell'in ilk okuduğum kitabı 1984 ile son okuduğum kitabı Hayvan Çiftliği'ni mukayese edince ister istemez dikkatimi çeken bir nokta oldu. Tarihsel olarak, Hayvan Çiftliği'nin 1984'ten önce yazıldığını düşününce, bu romanın George Orwell'e 1984'ü yazarken zemin oluşturduğu kanaatindeyim. Çünkü Hayvan Çiftliği'ndeki domuzlar, diğer hayvanların hatırlamış olduklarının yanlış şeyler olduğuna onları inandırarak geçmişe dair bilinenleri unutturma politikası güdüyorlardı. 1984'te ise bu fikir, daha keskin ve net bir tavırla sunulmuş George Orwell tarafından. 1984'te geçmişi değiştirme fikri bir teşkilat tarafından yürütülmeydi. 

Hayvan Çiftliği'ni okurken -1984'te de olduğu gibi- insan doğası ve yönetim iradesi üzerine, yazıldığı zamanı aşan örneklemelere yer verilmiş sıkça. Günümüzdeki yönetimlerin uyguladıkları politikalar göz önünde bulundurulduğunda, - apolitik denilebilecek kadar politikaya karşı ilgisiz biri olan benim bile farkedebildiğim - insanda şaşkınlık uyandıran benzerlikler göze çarpıyor. 

Mesela, yönetimdeki lideri pohpohlayan, şakşakçı kitleler oluşturma politikası kitapta koyunlar üzerinden betimlenmiş. Söz konusu koyunlar; eleştirmeyen, düşünmeyen varlıklar ve ne zaman ortam hararetlense ve halk yönetimi eleştirmeye yeltense -bilinçli ya da bilinçsiz- yani sorgulamadan cahilce şakşaklayan ya da bilinçli olarak bu politikaya müdahil olan, asılsız konuları gündeme taşıyarak spekülasyon yaratan, bunu yaparken de asıl tartışılması gereken meselelerin her daim hasıraltı edilmesine destek veren ya da zemin hazırlayan kişilerin varlıklar aslında.




"Bütün hayvanlar eşittir" le başlayan bir başkaldırının "Bütün hayvanlar eşittir ancak bazı hayvanlar daha eşittir" noktasına ulaşması arasındaki süreci, sistemler eleştirisiyle allegorik ve metaforik bir şekilde anlatan bu kitabı bence herkes okumalı. 

Bizleri kendi masallarıyla uyutmak isteyen, kendi çıkarlarını bizim çıkarlarımız gibi bize yutturmaya çalışanlara karşı uyanık olmak ve asıl gözler önüne serilmesi gerekenleri hasıraltı edenlere fırsat vermemek için okumak zorundayız. Belki dünya daha iyi bir yer olmayacak ancak yine de koyun olup, masal dinlemekten yeğdir.

Acaba bunun için mi Orwell, alt başlığında "Bir Peri Masalı" demişti kitabı için?

Yorumu okuyanlara bırakıyorum.

Aşkla Kalın!

Not: George Orwell'in 1984 isimli romanıyla ilgili yazıma buradan, diğer tüm distopya okumalarıma ise buradan ulaşabilirsiniz.











18 Nisan 2015 Cumartesi

The Good Lie - İyi Bir Yalan


Gerçek olaylara dayanarak kurgulanmış senaryo, bir sinema filmini her zaman daha ilgi çekici hale getirir. Filmde izlenenlerin, dünyanın bir yerinde, herhangi bir insan tarafından tecrübe edildiğini bilmek, filmi izlerken daha farklı bir şuurla izlememizi sağlar. İşte bu film de bunlardan biri.




2005 yılına kadar süren Sudan İç Savaşı esnasında yurtlarından kaçmak zorunda kalan, 1000 km yi yalın ayak yürüyerek Etiyopya'ya ulaşmaya çalışan ve sonunda Kakuma Mülteci Kampında yaşamlarına devam eden binlerce gencin arasından sadece üç bininin ABD'ne giriş izni verilmesini anlatan "Lost Boys of Sudan" kitabından uyarlanan bu film, dört kardeşin birbirlerine tutunarak hayatta kalma mücadelelerini anlatıyor. 

Filmi anlamlı kılan özelliklerinden biri de başrol oyuncularından Reese Witherspoon'un, Kenya Kakuma Mülteci Kampını ziyaret etmiş olması. Böyle bir ziyaretin ardından kendisini bu filme dahil edenlere teşekkür ederken şöyle bir ifade kullanmış: "Bu konuda ne kadar belgesel izlediğiniz ya da ne kadar kitap okuduğunuzun bir önemi yok. Orada ilk karşılaştığınız insan bile dünya görüşünüzde inanılmaz fark yaratıyor. İki yüz elli bini aşkın kişinin küçük bir alanda hayat mücadelesi vermesi inanılmaz. Mülteci kamplarında yaşananlara dikkat çekecek bu filme dahil olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum."

Filmi çok ama çok beğendim. Bazı sahnelerinde öyle ağladım ki... Hele benim gibi ailesinden uzakta yaşayan ve aile bağları konusunda fazlasıyla hassasiyet sahibi olan biri için böyle acı bir dramı alelade bir film gibi izlemek neredeyse imkansız. Buna rağmen, bazı sahnelerinde de bir o kadar da güldüm. Kardeşlerin kendi aralarındaki bağlılığı, bir sinema filminde bile olsa bakir hayatlar görmek gerçekten muhteşem.

Film bitince düşündüm uzunca bir süre. "İnsanın doğduğu coğrafya kaderidir." derken İbn-i Haldun gerçekten de haklıydı sanırım. Tevafuk o ki, geçen gün değerli blogger arkadaşlarımdan birinin konu itibariyle aynı özü irdeleyen bir yazısını okumuştum. Kendisi ziyadesiyle Doğu'da çocuk olmakla ilgili bir anafikir üzerine yazmıştı. Türkiye'nin Doğu'su ya da Dünya'nın Afrika'sı, ne farkeder? İnsanın doğduğu coğrafya kaderidir. Ve ben, sırf kendi rahatları uğruna; dinlerini yaymak, daha fazla paranın sahibi olmak için insanların -bilhassa çocukların katledildiği, yaşama sevinçlerinin elinden alındığı, kendi değerlerini yitirme pahasına asimile olmaya zorlandığı bir dünya toplumumun içinde, sessiz kalan ve elinden bir şey gelmediğini düşünen insanlar zümresinde yer aldığım için bile yeterince utanıyorum. Acaba bu travmaları, bu insanlara yaşatanlar kalplerinde zerre teessür, utanma duygusu hissedebiliyorlar mı? Vicdanlarının sesine kulaklarını tıkamış ya da çoktan sağırlaşmış olmalılar...




Filmi izleyin mutlaka. Sanırım henüz Türkiye'de gösterime girmemiş, Sinemalar.com da Mayıs'ta görünüyordu vizyon tarihi ama yanılıyor olabilirim. Eğer tarihi beklerim derseniz sinemada izlemek çok daha güzel bir deneyim olacaktır.

İzleyin ve hayatınızda şikayet ettiğiniz, canınızı yaktığını düşündüğünüz ve yokluğundan dolayı müteessir olduğunuz ve sahibi olduğunuz halde küçümsediğiniz ya da ne kadar büyük birer nimet olduğunu farkedemediğiniz her şeyi tekrar gözden geçirin... Şükredin...

15 Nisan 2015 Çarşamba

İnsanlık Ayıbı



Sosyal Medya'ya bomba gibi düşen bir haberden bahsetmek istiyorum bugün. 

Ali Uçar, belki de ismi sadece yakın çevresi tarafından bilinen biriydi ancak dün itibariyle binlerce Türk insanı tarafından tanınmış oldu.

Onu fenomen yapan olay neydi peki?

Kendisinin kitap okuduğu esnada çekilen ve "Entel olcam kız tavlıcam diye kendini yurtan izban kekosu terliklerine bayıldım" mesajıyla paylaşılan fotoğrafı değil, bu fotoğrafa yaptığını yorum sayesinde tanındı Ali Uçar.


Fotoğraftaki kişinin kendisi olduğunu belirtirken ifade ettiklerini direkt kendi cümleleriyle aktarıyorum ve yorumu size bırakıyorum...

 "Arkadaşlar fotoğraftaki şahıs benim ve hiç utanmıyorum karşımda oturmuş olan kıza veya çevremde hiç kimsenin namusuna bakmadığım için. Evet ben cebi çok zengin bir insan değilim hatta ilkokul 6. sınıftan terkim annem babam ayrı toplumun huzurunu kaçıran soytarı olmadım utanıyorum. Çalmıyorum çalışarak kazanıyor param yettiğince kitap almaya kütüphaneye gitmeye çalışıyorum çok utanç duyuyorum böyle bir insan olduğum için... Elbisem kirli terliğim bindiğim metroya uygun değil işte zihnimi kirletemiyorum utanıyorum... Ama her ne olursa olsun bana kitaplar böyle olmayı öğretti insan olmayı, hayvanlaşıp çevremi kirletmiyorum üzgünüm utanıyorum..."

 #AliUçar hashtagi altında binlerce kişinin sosyal ortamda vermiş oldukları destek sayesinde anlaşılan o ki hala ümidimizi taze tutabileceğimiz güzel kalpli, iyi niyetli insanlar var bu hayatta...
 

Biliyorum ki bu kız ne ilk ne de son. İnsanlıktan nasibini alamamış, karakter gelişimini tamamlayamamış -kuvvetle muhtemel tamamlamayı da başaramayacak nice insanımsı bizimle aynı gökyüzünü paylaşıyorlar. Sırf yoksul olduğu için öğretim seviyesi düşük insanları küçümseyen, aşağılayan, hor gören her türlü insan müsveddesinden iğreniyorum...

Göründüğünden daha güçlü görünmek için, yanında hep güçsüz insanlarla yürüyenler... Yanındakinin gücüne sığınıp kendini güçlü zanneden güçsüzler... Devasa egolarının ardında evrilmemiş kişilikleriyle kendini bu dünyanın en vazgeçilmez insanı sanan narsistikler... Baba parasıyla kendisini adam zannedenler... Cahil olduğu için mutlu olanlar... Beynini kullanmak yerine sıfır kilometre geri teslim etmeyi tercih edenler... Sizinle aynı havayı teneffüs ettiğim için hayattan soğuyorum...

Ve bunca insanlık ayıbına rağmen, hayattaki embesillere karşı dik durabilen, kendi kimliğinden utanmayan,  kalbindeki o insani özü yitirmeyen, cahilliğiyle mutlu olmak yerine parasızlığı ve eğitimsizliği bahane etmeden okuyabilen, düşünebilen, sorgulayabilen; kendi gibi olabilen insanları gördükçe ümitvar oluyorum...

Kitap okumayan bir insanın benim gözümde okuma yazma bilmeyenden; insanları maddi gücüyle tanımlayan, tasnif eden ve yargılayan insanların da kendini beygir sanan eşşekten farkı yok benim gözümde. Bu kadar net!

 

14 Nisan 2015 Salı

Bu Psikolojik Gerçekleri Daha Önce Duymuş Muydunuz?




İnsanın kendi kendini gıdıklayabilmesinin mümkün olmadığını, sadece bazı şizofreni hastalarının kendi kendini gıdıklayabildiklerini,

Dünyada psikologlar tarafından tanımlanan 400 ün üzerinde fobi türü olduğunu,

Beynimizin, sıkıcı insanlardan dinlediğimiz sıkıcı konuşmaları olduğu gibi kaydetmek yerine onları daha ilginç hale getirip yeniden yazdığını,

Profiline çok sayıda "selfie" yükleyen erkek kullanıcıların, psikopat ya da narsistik kişilik bozukluğuna sahip olma olasılığının hayli yüksek olduğunu,

Dinlediğimiz müzik türünün dünyayı algılayış biçimimizi de etkilediğini,

Aşık olmanın, "Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğu" ile vücutta aynı biyokimyasal etki oluşturduğunu,

Yapılan araştırmaların sonucuna göre, parayı fiziksel olarak bir şeylere sahip olmak için değil de deneyim kazanmak için harcamak insanı daha mutlu ettiğini,

Yine yapılan araştırmaların son bulgularına göre fobilerin aslında DNA aracılığıyla nesilden nesile aktarılan hatıralardan ibaret olduğunu,

"Yürüyen Ceset Sendromu" isimli ruhsal bozukluğa sahip olan hastaların, kendilerinin aslında ölü olduklarını, etlerinin çürüdüğünü, organ ve kanlarının olmadığına dair düşünce taşıdıklarını,

Psikologların yaptığı incelemeye göre, internet trollerinin narsistik, psikopat ve sadistik kişilik özellikleri gösterdiğini (Trol, internette insanları sinirlendirmek ya da münakaşa başlatmak için nifak tohumu ekmeye çalışan kişilere deniyor. Bu kişiler, internetteki sosyal ortamlara kasten provoke edici veya konu ile ilgisi olmayan mesajlar göndererek, duygusal tepkiler verdirtme veya başlığın konusunu dağıtma amacı güdüyor.)

Televizyonların ve popüler kültürün hayatımıza girmesiyle ortaya çıkan bir diğer bozukluğun da "Truman Sendromu" olduğunu, bu hastalığa yakalananların, hayatlarının her aşamasında tıpkı filmdeki gibi gizlece kameraya kaydedilip televizyonda gösteriliyor olduğunu düşündüklerini (Truman Show ile ilgili yazımı okumak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.)

Bir şarkının en sevdiğimiz şarkı olmasının asıl sebebinin, o şarkıyı hayatımızdaki duygusal bir an ile eşleştirmemiz olduğunu,

Yapılan araştırmaların, cahil insanların kendilerini mükemmel görmeye, zeki insanların ise yeteneklerini hafife almaya daha eğilimli olduğunu gösterdiğini, 

"Paris Sendromu" nun, Paris'e gelmeden önce şehirle ilgili büyük beklentileri olan kişilerin şehrin gerçek yüzüyle karşılaşınca depresyona girmesi anlamına geldiğini ve daha çok Japonların arasında yaygın olduğunu,

"Kudüs Sendromu" nun da yine Kudus'ü ziyaret eden hacı ve turistlerden bazılarının, buradaki kutsal atmosfere kendilerini kaptırıp, büyük bir dini lider olduklarını sandıklarını; hatta daha ileri gidenlerin kendilerini Hz. İsa ya da Hz. Musa zannedip Kızıldeniz'i yarmaya çalıştıklarını,

Doğuştan görme engelli olan kişilerin şizofreni hastalığına yakalanmadığını,

Cep telefonunu kaybetmenin artık bir fobi olarak psikoloji literatüründe yer aldığını ve nomofobi (cep telefonunu ve bağlantısını kaybetme korkusu) olarak adlandırıldığını,

Birisine 20 saniyeden uzun süre sarıldığımızda, her iki tarafın beyninde sosyal bağlanmadan sorumlu olan oksitosin hormonunun salgılandığını ve böylece karşımızdaki kişinin bize daha çok güvenmesinin sağlandığını,

İnsanların fiziksel açıdan yorgun olduklarında dürüst olmaya daha eğilimli olduklarını, gece geç saatlerde yapılan konuşmalarda daha sık itiraflarda bulunduğunu,

Farklı coğrafyalarda yaşayıp farklı dilleri konuşuyor olsalar da, dünya üzerinde yaşayan tüm insanların temelde 6 duygu için tamamen aynı yüz ifadesi ve mimikleri kullandığını (mutluluk, öfke, üzüntü, şaşırma, korku, iğrenme)

Reddedilmenin beyin tarafından fiziksel bir acı olarak algılandığını,

Yapılan bir araştırmaya göre, gerçekleştirmek istenilen hedeflerin başkalarına açıklandığı zaman gerçekleşme ihtimalinin azaldığının tespit edildiğini,

Sevdiğimiz ve nefret ettiğimiz birini gördüğümüzde gözbebeklerimizin büyüdüğünü,

1950lerde psikiyatrik tedavi gören ortalama bir hasta ile günümüzde liseye giden sıradan bir öğrencinin eşit kaygı seviyesine sahip olduğunu,

Günümüzde internet bağımlılığının da artık bir ruh sağlığı problemi olarak değerlendirildiğini

BİLİYOR MUYDUNUZ?

Bilmiyorduysanız da üzülmeyin, artık öğrendiniz ^_^


 

13 Nisan 2015 Pazartesi

Bloğunuza Açılır Üst Menü Ekleyin!




Mutlu pazartesiler!

Bloğuma cuma gününden bu yana girenler varsa muhakkak farketmişlerdir. Önce bir güzel üst menüyü yok ettim, bugün sabah saatlerinde onu halledeyim derken şablondaki yerleşim düzenini mahfettim.Neyse ki öğlene doğru tamamen normale döndürebilmeyi becerebildim.



Aslına bakılırsa, bloğa üst menüyü ilk ekleyen Değmesin Yağlı Boya adlı sitenin sahibi olan Sevgi Abla idi. Zamanla kategoriler çoğalınca, bir deli cesareti göstererek üst menünün HTML'sini kendi kendime güncellemeye kalkıştım. Tabii sonuç hüsran. Var olan üst menü HTML kodundan da oldum.

Cuma günü denedim ancak başarılı olamadım. Haftasonunu vakit bulamadığım için bugün iş başa düştü. Birkaç deneme sonrasında bloğumu normale döndürmeyi sanırım başardım.

Hazır bu işin de üstesinden gelmişken, bloğuna üst menü eklemek isteyen, ancak nereden başlayacağını bilmeyen arkadaşlara yol gösterici olur düşüncesiyle,  üst menü ekleme işini anlatmak istedim.

Üst menü eklemenin birden çok yolu vardır belki ama ben yapılışını HTML kodu üzerinden anlatacağım.

İlk yaptığım şey, Sevgi Abla'nın eklemiş olduğu HTML kodunu incelemek oldu. Dikkatlice baktığımda tekrar eden bir kod yapısı olduğunu farkettim. Biraz internetten de araştırınca genel mantığı anladım. Mevzunun özü şuymuş aslında:  ( <li> ) ile başlayan ve ( </li> ) ile biten biten her kod, üst menüdeki yeni bir kategoriyi temsil ediyor.  
 
Ben bu taktikle, ayrı ayrı her kategoriyi alt alta sıraladım. Öyle ki, HTML kodunda yirmiye yakın kategorim oldu. Kaydedip görüntüleme yapınca bazı kategorilerin alt satıra düştüğünü ve onların da kullanılmaaz halde olduğunu farkettim. Sonradan deneme yanılma yöntemiyle kategori sayısını azaltınca kullanmış olduğum gadgetin sadece 11 etiketi kabul ettiğini farkettim. Bu nedenle bir kategoriyi birden çok alt kategoriye ayırmam gerekti.

Sevgi Ablanın hazırladığı HTML kodunu dikkatlice incelediğimde bir kategoriye ait diğer alt kategorilerin nasıl oluşturulduğunun mantığını da kavradım. Bunun için yapılması gereken, her kategorinin altına ( <ul> ) ile başlayan ve ( </ul>) ile biten açılır menü kodu eklemek. Bu şekilde, kodu her defasında kopyalayarak ikinci, üçüncü bir açılır menü kategorisi eklenebiliyor.

    Şimdi anlattıklarımı gösterebilmek için basit bir üst menü HTML si yazıyorum:



    <!-- start navmenu -->

    <div id='NavMenu'>

    <div id='NavMenuleft'>

    <ul id='nav'>


    <li><a href='LINK'>X</a></li>


    <li><a href='LINK'>Y</a>

    <ul>

    <li><a href='LINK'>Y1</a></li>

    <li><a href='LINK'>Y2</a></li>
    <li><a href='LINK'>Y3</a></li>
    </ul>

    </li>


    <li><a href='LINK'>Z</a>

    <ul>

    <li><a href='LINK'>Z1</a></li>

    <li><a href='LINK'>Z2</a></li>
    <li><a href='LINK'>Z3</a></li>
    </ul>

    </li>

    <li><a href='LINK'>Q</a></li>


    </ul></div>

    </div>

    <!-- end navmenu -->




    Yukarıda yazmış olduğum HTML koduna göre, benim üst menümde X, Y, Z ve Q olmak üzere dört kategori yer alıyor. Y ve Z kategorileri kendi içinde üçer alt kategoriye ayrılıyor. HTML kodunun başında yer alan kahverengi olan kodlar başlangıç ve bitişleri temsil ediyor.

    Peki üst menü oluşturma aşamalarım neler ve hangi yolları izledim?

    HTML kodunu oluşturmak için;
     Yukarıda vermiş olduğum HTML kodunu ve verdiğim talimatları izleyerek kategorilerimi alt alta çoğaltıyorum.

    (<li><a href='LINK'>X</a></li>)   ifadesinde tırnak içinde X yazan yere kategoride kümelenmesini istediğim etiket ismini, LINK yazan yere o etiketin URL'sini yazıyorum.
    Örneğin;

    (<li><a href='http://yenilerkendinihayat.blogspot.com/search/label/Kitap%20Yorumlar%C4%B1m'>KİTAP</a></li>)
     

    Etiketin URL'sini bulmak için;
    Etiket isminin URL sini bulmanın belki daha kolay yolu vardır ancak benim izlediğim yol şu şekilde: 

    Öncesinde, yazımı yazarken sağ kenarda yer alan Yayın Ayarları - Etiketler kısmına gelerek, yazı hakkında anahtar kelime hükmündeki etiketleri sıralıyorum. Yazıyı yayınladıktan sonra yazının en altında bu etiketler görünüyor. Bu etiketler içerisinde, üst menüdeki kategoride kümelenmesini istediğim etikete tıklıyorum. Karşınıza çıkan sayfada o etikete ait tüm yayınlar sıralanmış oluyor. İşte bu sayfanın URL'sini alıyorum ve LINK yazan yere yapıştırıyorum.  

    X,Y, Z yazan yerlere de üst menüde görülmesini istediğim kategori ismini yazıyorum. Tüm kategoriler ve alt kategorileri anlatmış olduğum gibi alt alta çoğaltarak sıralıyorum. Başlangıç ve bitiş kısımlarına da yukarıda ve aşağıda kahverengi ile belirttiğim kodları yazarak kapatıyorum.

    Üst menüyü blog şablonuna eklemek için;

    Blog ayarları kısmından, "Yerleşim" sekmesine tıklıyorum. Açılan sekmede bloğumun yerleşimi görülüyor. Blog ismimin yer aldığı "Yeniler Kendini Hayat (Üstbilgi)" gadgetinin altına yeni bir Gadget eklememiz gerekiyor. Bunun için, sağda görülen "Gadget Ekle" ye tıkladığım zaman, karşıma gadget listesi çıkıyor. Bu liste içerisinden HTML/Javascript Gadgetini ekliyorum. Açılan yeni sekmede HTML/Javascripti Yapılandır şeklinde yeni bir sekme açılacak, orada İçerik kısmına yazmış olduğum HTML kodunu ekleyip kaydet diyorum. Sonrasında yeniden Yerleşim sekmesine gelerek eklemiş olduğum gadgeti  "Yeniler Kendini Hayat (Üstbilgi)" gadgetinin altına sürüklüyorum.

    *

    Olabildiğince yalın anlatmaya çalıştım, umarım kafanızı daha fazla karıştırmamışımdır ^_^

    Bloğa üst menü eklemek aslında hiç zor değil,  mantığını anladıktan sonra HTML kod işi de gerçekten basit geliyor insana.

    Deneyecek olanlara tavsiyem, ilk seferde istediğiniz başarıya ulaşamazsanız sakın yılmayın, çünkü bendeniz tam 5. denememde başarılı oldum ^_^


     

    BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya