29 Aralık 2015 Salı

Neden Anlaşamıyoruz?



"Afazi", "Agnozi", "Aleksi", "Agrafi" ve nicesi, psikoloji lisans eğitimi aldığım yıllarda Nöropsikoloji ve Nöropatoloji derslerinden öğrendiğim terimler. Uzun bir aradan sonra, bugün okumaya başladığım bir kitapta “Afazi” terimi ile yeniden karşılaştım ancak bu sefer çok daha farklı bir versiyonda.



“Afazi” terimine değinmek istiyorum kısaca: 

1800lü yılların sonuna doğru Wernicke ve Broca adındaki iki nörolog amca, beyinde iki önemli dil alanı tespit edip, buldukları bu alanlara da kendi isimlerini veriyorlar. Wernicke amca, tespit ettiği alanın hasar görmesi sonucu insanların konuşabildiği halde kendine söyleneni anlayamayacağını belirtirken, Broca amca ise tespit ettiği alanın hasar görmesi sonucu insanları duyabildiği halde, kendi söylemek istediklerini söyleyemeyeceğini belirtiyor.

Günümüz nörolojisinde de “Wernicke ve Broca Bölgeleri” olarak bilinen beynin bu iki bölgesinde, inme, beyin hasarı ya da beyin tümörü gibi sebeplerle ortaya çıkan bu duruma nöroloji dilinde afazi (aphasia) adı veriliyor.





Okuduğum kitapta karşıma çıkan afazi terimine geri dönelim: 

Konu başlığı şu şekilde; “Celbedilmiş Toplumsal Afazi”. Önce bir durup düşünüyorum;
 “Afazi dediğin beyin travmasıyla olur ya da benzer organik sebeplerden ötürü. Toplumsal Afazi de ne ola?”

Bu terim ilk kez yazar Alev Alatlı tarafından belirlenerek, teşhis ve tanımlaması yapılmış. Ne anlama geldiğini kısaca anlatmak gerekirse tek cümlelik özetle, “İletişimde kullanılan kelimelerin anlamlarındaki muğlaklık” diyebiliriz.

Hani ne demek istediğini bir türlü anlatamayan, kimsenin dilinden anlamadığını düşünen; tartışmaların hep sonuçsuzluğa mahkum olduğu, en basit konuların bile büyük münakaşalara sebep olduğu durumlar var ya, hah işte tüm bunlar “Celbedilmiş Toplumsal Afazi” nin belirtileriymiş aslında.

Tevafuk bu ya, sabahleyin servisi beklerken şöyle bir göz atmak için açtığım bir sosyal paylaşım sitesinde, bir haber okuyorum: Kucağında baygın bir halde kızını omuzlayan Suriye’li mülteci babanın elinde kalem satarken çekilen fotoğrafı bir anda tüm dünyaya yayıldı. Bu resmi gören Norveçli bir grafiker bu baba ve kızı için dünya çapında bir yardım kampanyası başlattı. (Bilmem kaç yüz bin) liralık bir yardım toplandı ve Suriye’li mülteci babaya verildi. Bu yardımı alan baba, hem iş yeri aç, hem de kendi gibi mülteci olan diğer kader arkadaşlarını da iş sahibi yaptı. Dahası tüm ailesine, yakınlarına yardım etti bu parayla.

Haberi okudum okumasına ama yorumlara gözüm takıldı. Normalde bunu yapmam ama, bu sefer 80 küsür yorumun en başına gelip tek tek okudum tüm yorumları. Ana avrat küfredenlerden tutun da, Türklüğe hatta ve hatta Müslüman alemine küfreden yorumlar okudum. Dahası bunu yazanların hemen hemen hepsi Türk ve Müslüman. Daha da ötesi, sinli kaflı küfredenlerin içinde hemcinslerim bile var. Geç gelen servisi beklerken yediğim soğuğu unutturdu orada okuduklarım. Ürperdim.

Şimdi, düşünüyorum da sanırım bizler toplum olarak afazik olmuşuz da haberimiz yok. Hastalıklı zihinlerimiz. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olan; her işte muhakkak bir uzman görüşüne sahip olan tuhaf bir milletiz vesselam…

Konu hakkında daha detaylı bilgi edinmek isteyenler için Sinan Canan’ın “Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler” adlı kitabındaki bu kısmı aynen paylaşıyorum. Meraklısına şimdiden iyi okumalar diliyorum…,



Söz yitimi olarak tıp literatürüne giren Afazi terimi, Latince a-olumsuzluk eki; phasis: konuşma sözcüklerinden dilimize girmiştir. Beynimizin “konuşma” ve “anlama” işlemlerini gerçekleştirdiği bölgelerin bir veya birkaçında meydana gelen yaralanma, damar tıkanıklığı yahut beyin kanaması nedenleri ile hasara uğraması sonucu, hasar gören bölgenin işlevine özel bir söz yitimi ortaya çıkar. Bu konu tıbbi pratikte oldukça önemli bir konu olsa dahi pek çok farklı hastalık tipini de içermektedir.

 Benim burada bahsedeceğim ve “Celbedilmiş Toplumsal Söz Yitimi (C.T.S.) olarak kısaltacağım terim ise tamamen organik, herhangi bir fiziksel rahatsızlığa ya da darbeye maruz kalmadan, organik açıdan tamamen sağlıklı beyinlerde de görülen ve nispeten yeniden tanımlanmaya başlanmış bir söz yitimi tablosudur. Araştırdığım kadarıyla tanımı ve teşhisi yazar Alev Alatlı hanımefendiye ait olan bu C.T.S. teşhisi öz olarak

“İletişimde kullanılan kelimelerin anlamlarındaki muğlaklık”tır.

Yani; yazılışı ve okunuşu aynı olan kelimelerin taban tabana zıt anlamlarda algılanmasına neden olan, toplumsal katmanlardaki iletişim yollarını tamamen kapatan ve belirgin organik ve fiziksel bir rahatsızlıkla ilgisi olmayan, farkında olmasak da zihnimizi ve sosyolojik yaşantımızı derinden etkileyen bir “toplumsal” zihin hastalığıdır.

 Televizyondaki tartışma programlarından, köşe yazılarına, arkadaş sohbetlerinden, uluslarası ilişkilerdeki söylemlere kadar pek çok yerde C.T.S. sıkıntısı ile karşılaşıyoruz. Soru şu;

NEDEN?

Birçok kavramın ve terimin bu anlamda net tanımı veya tarifi yapılmadığı için, en basit 
konular bile tartışma ortamı yaratabiliyor. Canlı örneklerini “laiklik”, “milliyetçilik”, “sosyalistlik” veya “vatanseverlik” gibi popüler kavramlara yüklenen binbir farklı kavramı anlamaya çalışırken buluyoruz kendimizi. Kimine göre başını örtmek gericilik iken, kimine göre de baştaki bezle uğraşmak gericilik oluyor. Biri kendi görüşünü “tek çağdaş yaklaşım” olarak sunarken, bir diğeri ise onu “çağdışılık” ile suçlayabiliyor…

 Geçtiğimiz yüzyıl, dünyada çok büyük değişimlerin yaşandığı bir yüzyıl oldu. Türk insanının yaşadığı değişim ise diğer ülkelere nazaran daha yükseklerde ve fevkinde idi.  Zira yaşlı bir imparatorluğun yıkılışına ve genç bir Cumhuriyetin kuruluşuna şahitlik etti. Bir zamanlar ayıpladığımız kavramlar hayat felsefesi olarak takdim edildi; komşusu aç iken tok uyuyamayan insanlar “kapitalist” ve liberal olmaya itildiler. Büyük bir imparatorluğu kaybetmenin doğal travması olan “sıradanlaşma hissi” aşılamadı. Hamasi düşünce kalıpları ve sloganvari fikirlerse gittikçe geçer hale gelmeye başladı. “Bilgi toplumu” olma yolunda hiçbir emin ve ciddi politika üretilmediği gibi, buna bir de “asli hedef” yakıştırmasıyla takdim edilen yabancı lisanla eğitim ve batı karşısında geri kalmışlık kompleksleri eklendi. Ama sorun şu ki; İlkokuldan üniversiteye kadar İngilizce eğitim verip de İngilizce öğretemeyen tek ülkeyiz. Bunun nedenlerini ve bizde neden olduğu afaziyi düşünmenizi tavsiye ederim.

 Anlamlarını bilmediğimiz kelimeler ile konuşuyor, karşımızdakinin söylediğini ancak kendi tanımlarımız ile anlayabiliyoruz. Teşhisi yapan yazar Alev Alatlı, konu hakkında şunları söylüyor:

“Ben buna “toplumsal afazi” diyorum. Çünkü kimsenin başına taş düşmedi ama Türkiye insanının tıpkı travma geçirmiş afazi hastaları gibi, söylenenleri söylendiği biçimde anlamadıkları, ağzından çıkanı formüle edemedikleri, söylemek istediklerini, istedikleri gibi söyleyemedikleri bir duruma itilmiş olduklarını düşünüyorum, görüyorum.”

Bir başka sorunumuz da ikili “O ya da bu!” mantığına sarılmamızdır. Çoğu zaman günlük hayatımızı etkileyen sorunların ikiden fazla çözüm yolu vardır fakat nedense insanlar kafalarındaki seçeneğin tek kurtuluş reçetesi, alternatif görüşlerin ise “ahmaklık” ya da “ihanet” olduğuna en başta –doğumdan itibaren- ikna olmuş gibidir. Bu durumda “O ya da bu!” çerçevesini aşamayan argümanlar, bu tip sorunları çözmek bir yana, çözümsüzlüğe mahkum etmenin en garantili yoludur. Halbuki evrenin işleyişinde ikili mantığa pek rastlanmaz.

 Son olarak, konuşan konuştuğu konu ve o konuyla ilgili birikimi hakkında bilgi sahibi olmalı, yani kendinin farkında olmalıdır. C.T.S. gibi önemli bir toplumsal sorun gerçekten büyüktür ve bütün boyutlarını burada incelemek imkan dışıdır. Fakat her birimiz, kendi fikir yaşamımızda bu sendromun sıkıntılarını az ya da çok çekmekteyiz. Dolayısıyla bu konu, üzerinde ciddi biçimde kafa yormayı gerektiren ve acil çözüm isteyen bir sorun olarak karşımızda duruyor.

 Kelimeler; düşünme birimlerimiz; anlamları ise düşüncelerimizin ta kendisi. Onlar olmazsa “biz” diye bir şey kalır mı acaba?”



BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya