Bu aralar oldukça yoğun bir çalışma temposuyla geçiyor günlerim. Özellikle çocuklara uyguladığım testler, onların değerlendirilmesi, aile görüşmeleri iş yerindeki zamanımın tamamını kaplıyor. Önceleri, görüşmelerimin olmadığı zaman dilimlerini yazarak değerlendirebiliyordum ancak artık bu eskisi kadar mümkün görünmüyor. En azından Haziran'a kadar.
Bu yüzden eskisi kadar yoğunlaşamıyorum blogdaki yazılarıma. Bilhassa, okumuş olduğum kitaplara dair yazılarım için daha fazla konsantrasyona ve zamana ihtiyacım oluyor. Velhasılı, eskisi kadar sık kitap yazısı giremiyorum. Bloğumdaki bu kategoriyi ilgiyle takip ettiğini bildiğim bir çok takipçim var, bazılarından mailler de alıyorum. Özrümü buradan bir kez daha beyan etmek ve kendilerinden anlayış istirham etmek durumundayım.
Distopya okumalarım için hazırlamış olduğum listenin neredeyse tamamını okuyabilmeyi başardıktan sonra uzunca bir süre elime distopik roman almadım diyebilirim. Yanılmıyorsam en son Ray Bradbury'nin "Fahrenheit 451" ini okumuştum. Oysa blogdaki distopik kitap yazılarımın sonuncusu Aldous Huxley'in "Cesur Yeni Dünya"sı. Bu seriyi takip edenler için sıradaki kitap yazımın yine distopik okumalarımdan yer almasını uygun gördüm.
Beni George Orwell ile tanıştıran, dünyaca tanınan eseri 1984 olmuştu. Politikayla hiç ilgilenmiyor olmama rağmen, olaylara farklı bir perspektiften bakmak, bu tarz konularla ilgili düşünmek ve araştırma yapmak konusunda bana ivme kazandırmış oldu. Sonrasında farklı distopik kitaplar okusam da, yine en bilindik eserlerinden "Hayvan Çiftliği"ni okuma listeme almış, bir sonraki kitap siparişime hemen eklemiş ve arayı açmadan okumuştum.
Belki bir 1984 değil ancak okunması ve anlaşılması 1984 ten çok daha kolay olan bir kitap olduğu kanaatindeyim "Hayvan Çiftliği"nin. Zaten ön sözünde yer alan açıklamanın, kitabı okurken hangi perspektiften değerlendirmeniz gerektiği konusunda size büyük bir yardımı oluyor.
Kitap, bir çiftlikte yaşayan hayvanların, kendilerini sömüren insanlara karşı başkaldırıp, çiftliğin yönetimini ele geçirmesini anlatıyor. En baştaki amaçları daha eşitlikçi bir topluluk oluşturmak olan bu çiftlik hayvanlarının kurduğu düzende, aralarındaki en akıllı hayvan olarak düşünülen domuzların yönetimi ele geçirmesiyle başlayan ve sonu felaketle biten öyküsünü okurken, bu hayvanların aslında -ve ne yazık ki- insanlardan daha totaliter, daha acımasız bir diktatörlük kurduğunu görüyorsunuz.
Önsözdeki açıklamalarla birlikte bilinen göndermeler gösteriyor ki, 1940'ların sosyalizmine yergi niteliği taşıyan bu kitapta Orwell açık bir şekilde Rus Sosyalist Devrimi'ni ve yönetimi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiren Stalin rejimini hedef almıştır. Bu yüzden, romandaki lider domuzun Stalin'i simgelediği çok açık bir şekilde görülüyor.
Orwell'in ilk okuduğum kitabı 1984 ile son okuduğum kitabı Hayvan Çiftliği'ni mukayese edince ister istemez dikkatimi çeken bir nokta oldu. Tarihsel olarak, Hayvan Çiftliği'nin 1984'ten önce yazıldığını düşününce, bu romanın George Orwell'e 1984'ü yazarken zemin oluşturduğu kanaatindeyim. Çünkü Hayvan Çiftliği'ndeki domuzlar, diğer hayvanların hatırlamış olduklarının yanlış şeyler olduğuna onları inandırarak geçmişe dair bilinenleri unutturma politikası güdüyorlardı. 1984'te ise bu fikir, daha keskin ve net bir tavırla sunulmuş George Orwell tarafından. 1984'te geçmişi değiştirme fikri bir teşkilat tarafından yürütülmeydi.
Hayvan Çiftliği'ni okurken -1984'te de olduğu gibi- insan doğası ve yönetim iradesi üzerine, yazıldığı zamanı aşan örneklemelere yer verilmiş sıkça. Günümüzdeki yönetimlerin uyguladıkları politikalar göz önünde bulundurulduğunda, - apolitik denilebilecek kadar politikaya karşı ilgisiz biri olan benim bile farkedebildiğim - insanda şaşkınlık uyandıran benzerlikler göze çarpıyor.
Mesela, yönetimdeki lideri pohpohlayan, şakşakçı kitleler oluşturma politikası kitapta koyunlar üzerinden betimlenmiş. Söz konusu koyunlar; eleştirmeyen, düşünmeyen varlıklar ve ne zaman ortam hararetlense ve halk yönetimi eleştirmeye yeltense -bilinçli ya da bilinçsiz- yani sorgulamadan cahilce şakşaklayan ya da bilinçli olarak bu politikaya müdahil olan, asılsız konuları gündeme taşıyarak spekülasyon yaratan, bunu yaparken de asıl tartışılması gereken meselelerin her daim hasıraltı edilmesine destek veren ya da zemin hazırlayan kişilerin varlıklar aslında.
"Bütün hayvanlar eşittir" le başlayan bir başkaldırının "Bütün hayvanlar eşittir ancak bazı hayvanlar daha eşittir" noktasına ulaşması arasındaki süreci, sistemler eleştirisiyle allegorik ve metaforik bir şekilde anlatan bu kitabı bence herkes okumalı.
Bizleri kendi masallarıyla uyutmak isteyen, kendi çıkarlarını bizim çıkarlarımız gibi bize yutturmaya çalışanlara karşı uyanık olmak ve asıl gözler önüne serilmesi gerekenleri hasıraltı edenlere fırsat vermemek için okumak zorundayız. Belki dünya daha iyi bir yer olmayacak ancak yine de koyun olup, masal dinlemekten yeğdir.
Acaba bunun için mi Orwell, alt başlığında "Bir Peri Masalı" demişti kitabı için?
Yorumu okuyanlara bırakıyorum.
Aşkla Kalın!
Not: George Orwell'in 1984 isimli romanıyla ilgili yazıma buradan, diğer tüm distopya okumalarıma ise buradan ulaşabilirsiniz.
Benim okuma listemdeydi bu kitap ve ciddi ciddi merak ediyorum öne alacağım listede :)
YanıtlaSilÖncelik vermeye değer diye düşünüyorum canım, zaten bir en fazla bir buçuk saatini alır okumak, oldukça ince bir kitap. Keyifli okumalar şimdiden :)
Sil