25 Ocak 2014 Cumartesi

"Incendies" - "Içimdeki Yangın"


Hayırlı akşamlar sevgili arkadaşlar,
Mutlu ve huzurlu geçiyordur haftasonunuz umarım.
Sizinle paylaşmak istediğim bir filme dair yazdıklarımın, geçirdiğim ufak bir bilgisayar kazası nedeniyle kayıplara karışmış olduğundan bahsetmiştim.
Bu film benim için öyle değerli ki üşenmeden, tekrar sil baştan yazıyorum.


Bir önceki film yazısı olan “Prisoners”ten bahsederken, yönetmeni Denis Villenuve’un önceki filmleri arasında dimağımda en çok yer eden filmi “Incendies”e de değinmiştim hatırlarsanız.
Incendies’i bugüne kadar izlediğim filmler arasında farklı yapan birçok özelliği var ancak henüz izlememiş olanların dikkatini çekmek için temel hatlarına değinmek ve kendi yorumumu da ekleyerek bitirmek istiyorum.

Adı gibi izleyenlerin yüreklerine yangın gibi düşen bu film “İçimdeki Yangın” ismiyle ülkemizde gösterime girmişti. Kanada-Fransa ortak yapımı olan film 2011 yılında “En İyi Yabancı Film” dalında Oscar’a aday gösterilmişti.
Filmi anlatabilmek için filmin yapım tarihinden birkaç yıl daha öncesine gitmek gerekiyor. Lübnan asıllı Kanadalı yazar, oyuncu ve yönetmen Wajdi Mouawad’ın 2005 yılından itibaren çeşitlü ülkelerde gösterime giren tiyatro oyunu, Kanadalı yönetmen ve senarist Denis Villeneuve tarafından izlendiğinde kendisinde –kendi tabiriyle- çenesine yumruk yemiş hissi uyandırmış.
Denis Villeneuve, dört saatlik bu tiyatro oyununu Mouawad’ın kendisine tanıdığı özgürlükle hikaye üzerinde bazı değişiklikler de yaparak sinema tarihine kazandırmış oldu.
            “Ölüm asla bir hikayenin sonu olmaz. 
Daima bir iz bulunur.”
Hikaye, Jeanne ve Simon isimli ikizlerin henüz ölen Arap asıllı annelerinin bıraktığı gizemli vasiyetin kendilerine  noter huzurunda okunmasıyla başlar.
Nawal Marwan vasiyetinde belirttiği bazı sıradışı isteklerin çocukları tarafından yerine getirilmesini ister. Bunlardan biri, çıplak ve yüzü toprağa, sırtı ise dünyaya dönük olarak gömülmek istemesidir. Ayrıca başına mezar taşı konulmayacak ve ismi hiçbir yere yazılmayacaktır. Nedenini şöyle açıklar:
            “ Çünkü sözünü tutmayan insanların bir mezar taşı yazısına hakkı yoktur.”
Anne Newal Marwan vasiyetinde kızı Jeanne’den babalarını, oğlu Simon’dan ise ağabeylerini bulmalarını ve onlara verilmek üzere bırakılmış zarfları teslim etmelerini belirtir. Eğer ikizler bu görevlerini başarıyla yerine getirebilirlerse şayet, kendilerine verilmek üzere yazılmış üçüncü bir mektup onlara noter tarafından teslim edilecektir. Ve işte ancak o zaman annelerinin verdiği söz tutulmuş ve suskunluk bozulmuş olacak; ancak o zaman Nawal Marwan’ın ismi kendi mezar taşına yazılabilecektir…


Annelerinin bıraktığı gizemli vasiyet ve vasiyetin içerisinde yer alan sıradışı istekler dolayısıyla ikizler Jeanne ve Simon’un hayatı bir yol ayrımına girer. Babalarının çoktan öldüğünü sanan ikizlerden anneleri hayatta olan babalarını ve varlığından bugüne kadar haberdar bile olmadıkları abilerini bulmalarını ister.
Simon annesinin böyle bir vasiyeti yazabilmesi için ancak akli dengesini kaybetmiş olacağını düşünse de Jeanne annesinin son dönemdeki katatonik durumunun altında yatan sebepleri anlayabilmek için vasiyet mektubunun ipuçlarını bir araya getirebilmek için annesinin doğduğu topraklara doğru yola çıkar.
            “Babanı arıyorsun ama daha annenin kim olduğunu bile bilmiyorsun.”
Jeanne, her yönüyle kendisine yabancı olduğu bir ülkede - tabir-i caizse – iğneyle kuyu kazarcasına ipuçlarını değerlendirerek babasını bulmaya çalışırken aslında annesinin tanıdığından ve bildiğinden çok daha farklı biri olduğu gerçeği ile karşılaşır.
Annesinin doğup büyüdüğü topraklara gidip kendisini tanıtan Jeanne, annesini tanıyan kişilerce hor görülür. Anneleri bir gerekçeyle sevilmeyen biridir ve Jeanne bunu kendi başına çözemeyeceğini anlayınca kardeşi Simon’dan yardım ister.
Simon, hayattayken kendilerine karşı hep bir mesafe içinde gördüğü annesine karşı sürdürdüğü öfkesi nedeniyle mektupta yer alanları reddediyor olsa dahi yürekten bağlı olduğu ikiz kardeşinin yardım çağrısına kayıtsız kalamayarak annesinin doğduğu topraklara doğru kendisini yola çıkmış bulur… Başından beri reddettiği vasiyetin altında yatan gerçeklerin gizem kilidini açan ve yüreklerin kaldıramayacağı türden bir trajediyi de açığa çıkaran yine kendisi olur..
İşte, Jeanne ve Simon adlı ikizler annelerinin bıraktığı mektuptan yola çıkarak bir araya getirmeye çalıştıkları ipuçlarına paralel olarak bizler de Anne Nawal Marwan’in genç kızlığından itibaren başlayan hayat hikayesine şahit oluruz flashbackler halinde…
Aşık olduğu mülteciyle kaçarken ağabeyleri tarafından öldürülen genç adam aslında Nawal Marwan’ın karnındaki bebeğin de babasıdır. Kendi namusunu kirlettiği gibi ailesinin de namusunu kirlettiği gerekçesiyle ölümle yüz yüze gelen Nawal Marwan, bebeğinin doğduktan hemen sonra kendisinden koparılıp bir yetimhaneye bırakılmasına göz yumar. Kendisine ilk sözünü o an verir. Ne olursa olsun, günün birinde çocuğunu bulup onu geri alacaktır.
Aradan yıllar geçer ve iç savaş patlak verir. Yetimhanelerin  de saldırıya uğradığını duyan Anne Nawal Marwan herşeyi bırakarak çocuğunun bulunduğu yetimhaneyi bulmaya çalışır. Tam ümitleri son bulduğu an izini bulur ancak yetimhanenin saldırıya uğrayıp tamamen yıkıldığını görünce de çocuğunu savaşa kurban vermenin verdiği acıyla ve öfkeyle nihilizme sürüklenir. Savaştan sorumlu olarak gördüğü nasyonalistlerin liderine karşı ideolojik değil tamamen kişisel nedenlerde suikaste girişen Anne Nawal Marwan yakalanmasıyla birlikte ülke çapında kötü bir şöhretle bilinen Kfar Ryat hapishanesinde tam on yıl boyunca hapis cezasına mahkum edilir.

Mahkumiyeti süresinde ağır işkence ve onur kırıcı muamelelere maruz kaldığı halde bir kez bile boğun eğmeyen Anne Nawal Marwan’ın Kfar Ryat’taki adı “72 Numaralı Mahkum” ve “Şarkı Söyleyen Kadın” olarak efsaneye dönüşür.
Her ne kadar boyun eğmese de yapılan işkencelere, Anne Nawal Marwan ikinci anneliğini yaşar bu demir parmaklıklar ardında.. Hapisten çıktıktan sonra iltica ettiği Kanada’da yıllar boyunca annelik görevini sürdürmeye çalışırken tevafuken karşılaştığı acı bir gerçekle dayanma gücünü tümden kaybeder…
O süre sonrasında katatonikleşen ve annelik vazifesini yerine getiremeyen Anne Nawal Marwal patronu ve aile dostu olan noter vasıtasıyla bir mektup bırakma gereği hisseder çünkü mektubunda da belirttiği gibi
“Çocukluk boğazlarına sokulmuş bir bıçak gibidir ve çekip çıkarılması da o kadar kolay olmayacaktır.”
Bir batı ülkesinin metropolünde büyümüş ikiz çocuklarının hayal dünyasının ötesinde acılar çekmiş olmasına rağmen Anne Nawal Marwan bıraktığı son mektupla –işkencecisi de dahil herkesi sevgiyle kucaklayıp kendisini kuşatan öfke sarmalını kırmaya çalışmıştır. Çünkü onun deyişiyle,
“Beraber olmaktan daha güzel şey yoktur.”
*
Filmin en başında yönetmen Denis Villeneuve’un senaryosuna kaynaklık eden tiyatro oyunundan bahsetmiştim. Adı geçen tiyatro oyunu ve filmimiz de dahil olmak üzere hiçbir yerde Anne Nawal Marwan’ın doğup büyüdüğü ülkenin adı zikredilmiyor.
Azıcık tarih bilgisi olan kişiler kolaylıkla farkedecektir ki ismi zikredilmeyen bu ülke, 1975 – 1990 yılları arasında yaşadığı iç savaşla yaklaşık çeyrek milyon insanın hayatının kaybetmesine ve en az o kadarının da vatanını terk-i diyar etmesine neden olan Lübnan’dır.
Denis Villeneuve’un diğer filmlerini de izleyince kendisiyle ilgili kafamdaki profili şundan ibarettir: En acıklı ve dokunaklı hikayeleri duygu sömürüsü ya da siyasi propaganda yapmadan film haline getiren adam.
Bu filmde de, Lübnan’daki Hristiyan Araplar, Müslüman Araplar, Filistinlü mülteciler, harici işgalciler (İsrail ve Suriye gibi) çatışan sayısız tarafın bulunduğu bir savaş esnasında herhangi bir tarafı sorumlu tutmadan, Hristiyan-Arap bir kadının trajik var olma mücadelesini hikayeleştirmiş yönetmen Villeneuve.  Savaşın insanları oradan oraya savuran, yaşamlarını paramparça eden o vahşetine böyle yalın ve böyle evrensel bir başyapıta imza attığı için bir de kendim teşekkür etmek istiyorum bu yazımla.
*
Gelelim “Incendies”i benim için başyapıt yapan sebeplere:
Öncelikle sizi zaman zaman ( beni neredeyse filmdeki her an) ağlamanın eşiğine getirebilen bir türde şiddeti ve vahşeti anlatıyor olmasına rağmen bunu neredeyse seyirciye hiç göstermiyor. (Benim gibi kan görünce ayılıp bayılacakmış gibi olanlar için tartışılmaz en iyi yön).
Diğer bir yönü ise oyuncu seçimi. Özellikle başrol aktristlerinden Lubna Azabal, Nawal Marwan rolünün hakkını sonuna kadar vermiş ve muazzam bir oyunculuk sergilemiş.

Filmde bahsi geçen ülke her ne kadar Lübnan olsa dahi, filmin çekimleri Ürdün’de tamamlanmış.  Görüntü yönetimi harikulade, özellikle geniş ve çorak görünüşlü o arazi sanki Anne Nawal Marwan’ın yalnızlığını ve O’nun sarsılmaz direncini temsil ediyor.
*


Film başlarken kimsesiz olduğu anlaşılan perişan görünüşlü bir grup erkek çocuğun saçlarının askerler tarafından kazınırken çalan ve sahneyle inanılmaz derecede uyuşan hipnotize edici soundtrack, Radiohead’in Amnesiac adlı albümünde yer alan “You and Whose Army?” isimli şarkısıdır.

Filmi henüz izlememiş olan arkadaşlar, durmayın ve hemen bu güzel filmi izleyin!
Sevgilerimle,
Özlem.





9 yorum:

  1. Ellerine sağlık canım ne güzel yazmışsın. Şimdiye kadar beni en çok etkileyen filmlerden bile demiyim. Bu kadar derinden etkileyen tek film.Müthiş. Kesinlikle izlenmesi gerekenlerden.

    YanıtlaSil
  2. @ Morlu Kız,

    Filme hakkettiği veren değeri veren bir sinemaseverin yorumunu görmek ne büyük mutluluk :) Teşekkür ederim canım, umarım yazım henüz izlememiş olanlar için güzel bir referans olur..

    YanıtlaSil
  3. Akşam olsun da gidip izleyim diye sabırsızlanıyorum :)
    İzledikten sonra yorumumu yazacağım kuzum

    YanıtlaSil
  4. @ Yeni Bir Hayata Adım Adım,

    Büşüm yine balon olacak gözlerin :( İzlemeden önce derin derin nefes al ve öyle başla.. Kalplere ağır gelen bir dram bu filmde anlatılan... İzledikten sonra yorumlarını muhakkak beklerim bitanem..

    YanıtlaSil
  5. Günaydın kuzum... Dün filmi izledim...
    Film ciddi anlamda kanımı dondurdu diyebilirim... Tek bir gözyaşı bile dökmedim izlerken, buna o kadar çok şaşırıyorum ki... Ama filmin sonunda geldiğimde içimde ezilen yüreğimin çatırtılarını duydum resmen...

    Ben biraz hareketli filmler izleyim kuzum ruhsal açıdan daha iyi geliyor bana :)
    Mesela bu akşam yine Shakrukh Khan'dan devam edeceğim :)

    YanıtlaSil
  6. @ Yeni Bir Hayata Adım Adım,

    Bu film göz ucuyla alınan uyuşturucu bir nevi, yan etkileri de kişiden kişiye değişiyor kuzucum..

    Hareketli Bollywoodlarla dengelersin sen sorun olmaz ki :*

    YanıtlaSil
  7. @ Yeni Bir Hayata Adım Adım,

    Bu film göz ucuyla alınan uyuşturucu bir nevi, yan etkileri de kişiden kişiye değişiyor kuzucum..

    Hareketli Bollywoodlarla dengelersin sen sorun olmaz ki :*

    YanıtlaSil
  8. Öncelikle bir merhaba.. Film izlenecekler lisateme alındı. Ben de filmlerde kan görmeye dayanamıyorum ve ayrıca korku filmlerini de seyredemiyorum. Madem içinde an yok izlenebilir demektir bu benim için :)Teşekkürler tavsiye için, birde müziğide beğendim. İyi hafta sonları.

    YanıtlaSil
  9. @ Hamiyet Akan,

    Hamiyet Hanım hoşgeldiniz sefalar getirdiniz öncelikle :) Filme dair yazdıklarımın ilginizi celbetmesi ve filmi izlenecekler listenize girmesi beni ziyadesiyle mutlu etti.. Teşekkür ediyorum güzel yorumunuz için.. Hayırlı pazarlar :))

    YanıtlaSil

Can-u gönülden yapılan birkaç satır kelamdır bu blog sahibesini sevindiren :)

BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya