Hayırlı akşamlar sevgili
arkadaşlar,
Mutlu ve huzurlu
geçiyordur haftasonunuz umarım.
Sizinle paylaşmak
istediğim bir filme dair yazdıklarımın, geçirdiğim ufak bir bilgisayar kazası nedeniyle kayıplara karışmış olduğundan bahsetmiştim.
Bu film benim için öyle
değerli ki üşenmeden, tekrar sil baştan yazıyorum.
Bir önceki film yazısı
olan “Prisoners”ten bahsederken, yönetmeni Denis Villenuve’un önceki filmleri
arasında dimağımda en çok yer eden filmi “Incendies”e de değinmiştim hatırlarsanız.
Incendies’i bugüne kadar
izlediğim filmler arasında farklı yapan birçok özelliği var ancak henüz
izlememiş olanların dikkatini çekmek için temel hatlarına değinmek ve kendi yorumumu
da ekleyerek bitirmek istiyorum.
Adı gibi izleyenlerin yüreklerine yangın gibi düşen bu film “İçimdeki Yangın” ismiyle ülkemizde gösterime girmişti. Kanada-Fransa ortak yapımı olan film 2011 yılında “En İyi Yabancı Film” dalında Oscar’a aday gösterilmişti.
Filmi anlatabilmek için
filmin yapım tarihinden birkaç yıl daha öncesine gitmek gerekiyor. Lübnan
asıllı Kanadalı yazar, oyuncu ve yönetmen Wajdi Mouawad’ın 2005 yılından
itibaren çeşitlü ülkelerde gösterime giren tiyatro oyunu, Kanadalı yönetmen ve
senarist Denis Villeneuve tarafından izlendiğinde kendisinde –kendi tabiriyle- çenesine
yumruk yemiş hissi uyandırmış.
Denis Villeneuve, dört
saatlik bu tiyatro oyununu Mouawad’ın kendisine tanıdığı özgürlükle hikaye üzerinde
bazı değişiklikler de yaparak sinema tarihine kazandırmış oldu.
“Ölüm asla bir hikayenin
sonu olmaz.
Daima bir iz bulunur.”
Daima bir iz bulunur.”
Hikaye, Jeanne ve Simon isimli ikizlerin henüz ölen Arap asıllı annelerinin
bıraktığı gizemli vasiyetin kendilerine
noter huzurunda okunmasıyla başlar.
Nawal Marwan vasiyetinde belirttiği bazı sıradışı isteklerin çocukları
tarafından yerine getirilmesini ister. Bunlardan biri, çıplak ve yüzü toprağa,
sırtı ise dünyaya dönük olarak gömülmek istemesidir. Ayrıca başına mezar taşı
konulmayacak ve ismi hiçbir yere yazılmayacaktır. Nedenini şöyle açıklar:
“ Çünkü sözünü tutmayan
insanların bir mezar taşı yazısına hakkı yoktur.”
Anne Newal Marwan vasiyetinde kızı Jeanne’den babalarını, oğlu Simon’dan
ise ağabeylerini bulmalarını ve onlara verilmek üzere bırakılmış zarfları
teslim etmelerini belirtir. Eğer ikizler bu görevlerini başarıyla yerine
getirebilirlerse şayet, kendilerine verilmek üzere yazılmış üçüncü bir mektup
onlara noter tarafından teslim edilecektir. Ve işte ancak o zaman annelerinin
verdiği söz tutulmuş ve suskunluk bozulmuş olacak; ancak o zaman Nawal Marwan’ın
ismi kendi mezar taşına yazılabilecektir…
Annelerinin bıraktığı gizemli vasiyet ve vasiyetin içerisinde yer alan
sıradışı istekler dolayısıyla ikizler Jeanne ve Simon’un hayatı bir yol
ayrımına girer. Babalarının çoktan öldüğünü sanan ikizlerden anneleri hayatta
olan babalarını ve varlığından bugüne kadar haberdar bile olmadıkları abilerini
bulmalarını ister.
Simon annesinin böyle bir vasiyeti yazabilmesi için ancak akli dengesini
kaybetmiş olacağını düşünse de Jeanne annesinin son dönemdeki katatonik durumunun
altında yatan sebepleri anlayabilmek için vasiyet mektubunun ipuçlarını bir araya
getirebilmek için annesinin doğduğu topraklara doğru yola çıkar.
“Babanı arıyorsun ama daha
annenin kim olduğunu bile bilmiyorsun.”
Jeanne, her yönüyle kendisine yabancı olduğu bir ülkede - tabir-i caizse –
iğneyle kuyu kazarcasına ipuçlarını değerlendirerek babasını bulmaya çalışırken
aslında annesinin tanıdığından ve bildiğinden çok daha farklı biri olduğu
gerçeği ile karşılaşır.
Annesinin doğup büyüdüğü topraklara gidip kendisini tanıtan Jeanne,
annesini tanıyan kişilerce hor görülür. Anneleri bir gerekçeyle sevilmeyen
biridir ve Jeanne bunu kendi başına çözemeyeceğini anlayınca kardeşi Simon’dan
yardım ister.
Simon, hayattayken kendilerine karşı hep bir mesafe içinde gördüğü annesine
karşı sürdürdüğü öfkesi nedeniyle mektupta yer alanları reddediyor olsa dahi
yürekten bağlı olduğu ikiz kardeşinin yardım çağrısına kayıtsız kalamayarak
annesinin doğduğu topraklara doğru kendisini yola çıkmış bulur… Başından beri
reddettiği vasiyetin altında yatan gerçeklerin gizem kilidini açan ve
yüreklerin kaldıramayacağı türden bir trajediyi de açığa çıkaran yine kendisi
olur..
İşte, Jeanne ve Simon
adlı ikizler annelerinin bıraktığı mektuptan yola çıkarak bir araya getirmeye
çalıştıkları ipuçlarına paralel olarak bizler de Anne Nawal Marwan’in genç
kızlığından itibaren başlayan hayat hikayesine şahit oluruz flashbackler
halinde…
Aşık olduğu mülteciyle
kaçarken ağabeyleri tarafından öldürülen genç adam aslında Nawal Marwan’ın
karnındaki bebeğin de babasıdır. Kendi namusunu kirlettiği gibi ailesinin de
namusunu kirlettiği gerekçesiyle ölümle yüz yüze gelen Nawal Marwan, bebeğinin
doğduktan hemen sonra kendisinden koparılıp bir yetimhaneye bırakılmasına göz
yumar. Kendisine ilk sözünü o an verir. Ne olursa olsun, günün birinde çocuğunu
bulup onu geri alacaktır.
Aradan yıllar geçer ve
iç savaş patlak verir. Yetimhanelerin de
saldırıya uğradığını duyan Anne Nawal Marwan herşeyi bırakarak çocuğunun
bulunduğu yetimhaneyi bulmaya çalışır. Tam ümitleri son bulduğu an izini bulur
ancak yetimhanenin saldırıya uğrayıp tamamen yıkıldığını görünce de çocuğunu
savaşa kurban vermenin verdiği acıyla ve öfkeyle nihilizme sürüklenir. Savaştan
sorumlu olarak gördüğü nasyonalistlerin liderine karşı ideolojik değil tamamen
kişisel nedenlerde suikaste girişen Anne Nawal Marwan yakalanmasıyla birlikte
ülke çapında kötü bir şöhretle bilinen Kfar Ryat hapishanesinde tam on yıl
boyunca hapis cezasına mahkum edilir.
Mahkumiyeti süresinde
ağır işkence ve onur kırıcı muamelelere maruz kaldığı halde bir kez bile boğun
eğmeyen Anne Nawal Marwan’ın Kfar Ryat’taki adı “72 Numaralı Mahkum” ve “Şarkı
Söyleyen Kadın” olarak efsaneye dönüşür.
Her ne kadar boyun
eğmese de yapılan işkencelere, Anne Nawal Marwan ikinci anneliğini yaşar bu
demir parmaklıklar ardında.. Hapisten çıktıktan sonra iltica ettiği Kanada’da
yıllar boyunca annelik görevini sürdürmeye çalışırken tevafuken karşılaştığı
acı bir gerçekle dayanma gücünü tümden kaybeder…
O süre sonrasında
katatonikleşen ve annelik vazifesini yerine getiremeyen Anne Nawal Marwal
patronu ve aile dostu olan noter vasıtasıyla bir mektup bırakma gereği hisseder
çünkü mektubunda da belirttiği gibi
“Çocukluk boğazlarına
sokulmuş bir bıçak gibidir ve çekip çıkarılması da o kadar kolay olmayacaktır.”
Bir batı ülkesinin
metropolünde büyümüş ikiz çocuklarının hayal dünyasının ötesinde acılar çekmiş
olmasına rağmen Anne Nawal Marwan bıraktığı son mektupla –işkencecisi de dahil
herkesi sevgiyle kucaklayıp kendisini kuşatan öfke sarmalını kırmaya çalışmıştır.
Çünkü onun deyişiyle,
“Beraber olmaktan daha
güzel şey yoktur.”
*
Filmin en başında
yönetmen Denis Villeneuve’un senaryosuna kaynaklık eden tiyatro oyunundan
bahsetmiştim. Adı geçen tiyatro oyunu ve filmimiz de dahil olmak üzere hiçbir
yerde Anne Nawal Marwan’ın doğup büyüdüğü ülkenin adı zikredilmiyor.
Azıcık tarih bilgisi
olan kişiler kolaylıkla farkedecektir ki ismi zikredilmeyen bu ülke, 1975 –
1990 yılları arasında yaşadığı iç savaşla yaklaşık çeyrek milyon insanın
hayatının kaybetmesine ve en az o kadarının da vatanını terk-i diyar etmesine
neden olan Lübnan’dır.
Denis Villeneuve’un
diğer filmlerini de izleyince kendisiyle ilgili kafamdaki profili şundan
ibarettir: En acıklı ve dokunaklı hikayeleri duygu sömürüsü ya da siyasi
propaganda yapmadan film haline getiren adam.
Bu filmde de, Lübnan’daki
Hristiyan Araplar, Müslüman Araplar, Filistinlü mülteciler, harici işgalciler
(İsrail ve Suriye gibi) çatışan sayısız tarafın bulunduğu bir savaş esnasında
herhangi bir tarafı sorumlu tutmadan, Hristiyan-Arap bir kadının trajik var
olma mücadelesini hikayeleştirmiş yönetmen Villeneuve. Savaşın insanları oradan oraya savuran,
yaşamlarını paramparça eden o vahşetine böyle yalın ve böyle evrensel bir
başyapıta imza attığı için bir de kendim teşekkür etmek istiyorum bu yazımla.
*
Gelelim “Incendies”i
benim için başyapıt yapan sebeplere:
Öncelikle sizi zaman
zaman ( beni neredeyse filmdeki her an) ağlamanın eşiğine getirebilen bir türde
şiddeti ve vahşeti anlatıyor olmasına rağmen bunu neredeyse seyirciye hiç
göstermiyor. (Benim gibi kan görünce ayılıp bayılacakmış gibi olanlar için
tartışılmaz en iyi yön).
Diğer bir yönü ise
oyuncu seçimi. Özellikle başrol aktristlerinden Lubna Azabal, Nawal Marwan
rolünün hakkını sonuna kadar vermiş ve muazzam bir oyunculuk sergilemiş.
Filmde bahsi geçen ülke her ne kadar Lübnan olsa dahi, filmin çekimleri Ürdün’de tamamlanmış. Görüntü yönetimi harikulade, özellikle geniş ve çorak görünüşlü o arazi sanki Anne Nawal Marwan’ın yalnızlığını ve O’nun sarsılmaz direncini temsil ediyor.
*
Film başlarken kimsesiz
olduğu anlaşılan perişan görünüşlü bir grup erkek çocuğun saçlarının askerler
tarafından kazınırken çalan ve sahneyle inanılmaz derecede uyuşan hipnotize
edici soundtrack, Radiohead’in Amnesiac adlı albümünde yer alan “You and Whose
Army?” isimli şarkısıdır.
Filmi henüz izlememiş
olan arkadaşlar, durmayın ve hemen bu güzel filmi izleyin!
Sevgilerimle,
Özlem.
Ellerine sağlık canım ne güzel yazmışsın. Şimdiye kadar beni en çok etkileyen filmlerden bile demiyim. Bu kadar derinden etkileyen tek film.Müthiş. Kesinlikle izlenmesi gerekenlerden.
YanıtlaSil@ Morlu Kız,
YanıtlaSilFilme hakkettiği veren değeri veren bir sinemaseverin yorumunu görmek ne büyük mutluluk :) Teşekkür ederim canım, umarım yazım henüz izlememiş olanlar için güzel bir referans olur..
Akşam olsun da gidip izleyim diye sabırsızlanıyorum :)
YanıtlaSilİzledikten sonra yorumumu yazacağım kuzum
@ Yeni Bir Hayata Adım Adım,
YanıtlaSilBüşüm yine balon olacak gözlerin :( İzlemeden önce derin derin nefes al ve öyle başla.. Kalplere ağır gelen bir dram bu filmde anlatılan... İzledikten sonra yorumlarını muhakkak beklerim bitanem..
Günaydın kuzum... Dün filmi izledim...
YanıtlaSilFilm ciddi anlamda kanımı dondurdu diyebilirim... Tek bir gözyaşı bile dökmedim izlerken, buna o kadar çok şaşırıyorum ki... Ama filmin sonunda geldiğimde içimde ezilen yüreğimin çatırtılarını duydum resmen...
Ben biraz hareketli filmler izleyim kuzum ruhsal açıdan daha iyi geliyor bana :)
Mesela bu akşam yine Shakrukh Khan'dan devam edeceğim :)
@ Yeni Bir Hayata Adım Adım,
YanıtlaSilBu film göz ucuyla alınan uyuşturucu bir nevi, yan etkileri de kişiden kişiye değişiyor kuzucum..
Hareketli Bollywoodlarla dengelersin sen sorun olmaz ki :*
@ Yeni Bir Hayata Adım Adım,
YanıtlaSilBu film göz ucuyla alınan uyuşturucu bir nevi, yan etkileri de kişiden kişiye değişiyor kuzucum..
Hareketli Bollywoodlarla dengelersin sen sorun olmaz ki :*
Öncelikle bir merhaba.. Film izlenecekler lisateme alındı. Ben de filmlerde kan görmeye dayanamıyorum ve ayrıca korku filmlerini de seyredemiyorum. Madem içinde an yok izlenebilir demektir bu benim için :)Teşekkürler tavsiye için, birde müziğide beğendim. İyi hafta sonları.
YanıtlaSil@ Hamiyet Akan,
YanıtlaSilHamiyet Hanım hoşgeldiniz sefalar getirdiniz öncelikle :) Filme dair yazdıklarımın ilginizi celbetmesi ve filmi izlenecekler listenize girmesi beni ziyadesiyle mutlu etti.. Teşekkür ediyorum güzel yorumunuz için.. Hayırlı pazarlar :))