26 Temmuz 2014 Cumartesi

Kitap Kokusu - Aynı Yıldızın Altında

Kitap okumayı seven biri için alınabilecek en güzel şey muhakkak ki kitaptır. Geçtiğimiz haftalardan birinde aldığım kitaplardan biri de, John Green' in, The New York Times Bestseller'a girerek adından söz ettirmeyi başaran kitabı "Aynı Yıldızın Altında" ydı.
Kitap, ana karakter Hazel Grace'in dramatik sözleriyle başlıyor. Kendisi 16 yaşında 4. evre tiroit kanser hastası bir genç kız. Sosyal hayattan izole; büyük çoğunluğunu evde geçiren, içine kapanık, az konuşan, sürekli okuyan Hazel'in kendine göre geçerli sebepleri var: Tümörün akciğerlerine metastaz yapması nedeniyle oksijen tüpüyle birlikte yaşaması gerekiyor

Annesini kırmamak adına kanser hastalarına verilen destek programına katılan Hazel'in Augustus Waters ile tanışınca hayatı değişir. İlk gördüğü andan itibaren etkilendiği bu genç adam, Augustus Waters, kemik kanseri tanısı sonrası bir bacağı kesilen ancak hastalığı  remisyon evresinde olan biridir ve Hazel'e göre daha umutlu ve hayat doludur.

İki genç birbirlerine aşık olurlar. Buraya kadar olan kısım sizlere okuyucuyu ağlatmak için elindeki tüm imkanları seferber etmeye çalışan bir kitapmış gibi gelebilir ancak hiç de öyle değil. Kitap her ne kadar ölümden ve kanserden bahsediyor olsa da ne ölüm, ne de kanser üzerine yazılmış bir kitap değil. Kitabı benim için güzel kılan en önemli nokta kitapta kesinlikle ve kesinlikle baş karakterlerdi.

Hazel Grace ve Augustus Waters, gerek iç dünyaları, gerek cesaretleri ve gerekse birbirine tutunarak yaşattıkları umutlarıyla gerçekten akıldan uzun bir süre çıkmayacak kadar gerçekçi ve muhteşemdiler. Belki de en önemlisi kendileri gibiydiler, sanki gerçekten varmışlar ve ben de onların maceralarını bir kenardan izliyormuşum gibi hissettim.  Bu nokta, yazar John Green'in kalemindeki gücü gözler önüne seriyor. 

Diğer önemli nokta ise, kanser hastalarına karşı geliştirilen önyargılar ve tepkiler. İşte tam bu noktada sizlerle paylaşmak istediğim bir hatıram var:

Bundan tam iki yıl önce, lisans eğitimimin son yılında okulu tamamlayabilmek için yapılması zorunlu stajın bir dönemini Onkoloji ünitesinde değerlendirmeye karar vermiştim. O zaman için gerçekten cesurca bir karardı çünkü psikoloji 4. sınıflar arasında Onkoloji'de Psikoloji stajı yapan tek kişi bendim. 

Orada staj yaptığım altı ay boyunca yüze yakın kanser hastası tanıdım. Ekseriyatı orta yaş ve üstüydü ve ben birçoğunu en fazla bir ay görebiliyordum. Aldıkları kemoterapi tedavisi ve bu tedavinin yan etkisi dolayısıyla  meydana gelen değişimler... Daha fazla gün ışığına erişmek ve sevdikleriyle birlikte daha fazla bir arada olmak için tutundukları umutlar... Ve anlatamayacağım kadar fazlası vardı o staj tecrübesinde... 

Niye buna değiniyorum; staj yaparken diğer doktor ve hemşirelerin üstlendiği görevden çok daha farklısını üstlenmiştim üzerime: Onları dinlemek ve hissettiklerini anlamaya çalışmak.. Korkularından bir nebze bile olsa arınmalarını sağlamak... Elbette bunu yapmak benim için kolay olmadı, özellikle en başlarda. Zaman geçtikçe üstesinden gelmeyi başardım, staj süpervizörlüğümü yapan doktorun hijyen konusundaki uyarılarına rağmen onlarla yakın temasta bulundum, onların ellerini tuttum ve sarıldım... Sekerat-ı mevt esnasında hasta yakınlarının acılarını paylaştım. Ve bunları yaparken hiç mi hiç korkmadım elhamdülillah... İşte o altı aydan sonra birçok ders edinmiş oldum hayata ve ölüme dair. Ama bunların dışında önemli olan bir nokta daha var ki, o da kansere ve kanser tanısı almış insanlara karşı biz diğer insanların duruş ve tavrı. Onlar acı çekiyorlar hem fiziken hem ruhen. Fiziken acı çekiyorlar çünkü aldıkları kemoterapi tedavisinde kullanılan ilaçlar onların hayatlarını rezil bir şekilde alaşağı ediyor. Mide bulantıları, yemeklere karşı iğrenmeler, kusmalar; tümörden kaynaklanan ağrılar, sızılar... Hayatının sona eriyor olma endişesi... Sevdiklerinden ebediyyen ayrılmak... Ölüm... İnanıyorsa şayet ölümden sonrası... Hepsi hepsi öyle zor ki tahayyül edince...  

İşte bu yüzden, bu kitap bana Onkoloji'de o ilaç kokan hasta odalarındaki günlerimi hatırlattı...


Kitabı benim için önemli yapan sonuncu nokta ise, yer verilen hadiselerden bir kısmının Hollanda'da geçiyor olması. Yazılarımı takip edenlerinizin artık biliyor olduğunu umduğum bir Erasmus maceram var malumunuz. Hollanda'da bir yıl yaşamış birinin, gezmiş ve görmüş olduğu tüm o yerlerin bir kitapta anlatılıyor oluşuna şahit olması harika bir duygu. Özellikle örnek vermek gerekirsem, Hazel ve Augustus'un uçak inişi esnasında Hollanda'yı kuşbakışı tarif edişleri mesela. Tam o satırları okurken, uçağın inişe geçtiği anda duyduğum anonsu tekrar duymuş, dışarı bakarken gördüğüm kanallarla parsellenmiş yeşil ülkeyi tekrar görmüş gibi hissettim. Öte yandan, Hazel ve Augustus'un  Anna Frank Müzesindeki anları... Orayı gezip görmüş biri olarak o satırları okurken ayrı bir keyif duydum açıkçası...

Kitapla ilgili söylemek istediğim son birşey kaldı: kitaba verilen Türkçe başlık seçimi. "Aynı Yıldızın Altında"  başlığı kitabı daha baştan tahmin edebilmeniz için verilmiş bir olta gibi geldi bana. Hani nihayetinde baş kahramanlarımız kanser hastası iki genç ve akıbetleri az da olsa ortada. Halbuki durum hiç de düşündüğüm gibi değilmiş.

Romanın orjinal adı olan "Tha Fault In Our Stars" ı Türkçeleştirmek istersek tam olarak "Yıldızlarımızın Kusuru" olarak çevirmek mümkün. Bu başlık yanılmıyorsam, Shakespeare'in Julius Caesar'ından geliyor:


"The fault, dear Brutus is not in our stars, / But in ourselves, that we are underlings."
(Birer uşak gibi yaşıyorsak, sevgili Brutus / Kabahat yıldızlarımızda değil, kendimizde.)

Hazel'in yaşadıklarını düşününce bu başlığın kitap için uygun olduğu kanaatindeyim. En azından Türkçe olarak uygun görülmüş başlıktan daha isabetli.



Evet kitapla ilgili söylemek istediklerim şimdilik bu kadar :) 
( "Daha ne kaldı ki?" diyenler parmak kaldırsın :p )

Son olarak, kitabın mottolarından biri olan "Peki" sözcüğünün her geçen gün artan popülerliğinin yansımaları :)









Okumayı düşünen herkese şimdiden keyifli okumalar diliyorum :)

Aşkla kalın!


8 yorum:

  1. Çok güzel anlatmissiniz. Babamin hastaligi sebebiyle 2ay bende yasamistim onkoloji servisi hayatini. Allah yardimcisi olsun demekten başka bir şey diyemiyorum.

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel anlatmissiniz. Babamin hastaligi sebebiyle 2ay bende yasamistim onkoloji servisi hayatini. Allah yardimcisi olsun demekten başka bir şey diyemiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Babanız ve sizin adınıza üzüldüm Kadriye Hanım, babanızın ve sizlerin yaşamış olduğu sıkıntıları bir nebze de olsa anlayabiliyorum gerçekten... Rabbim yar ve yardımcısı olsun babanızın ve babanız gibi Onkoloji servisinde kanserle mücadele eden tüm hastaların...

      Sil
  3. okudum bunu , Hollanda'yı tasvir edişi gerçekten harika , hemen göresim geldi , acıklı ama güzeldi ....

    YanıtlaSil
  4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne google plusta ne blogda ne de başka bir yerde sana ait bir yorum görmek istemiyorum. Bu sana ilk ve son ikazım!

      Sil
  5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil

Can-u gönülden yapılan birkaç satır kelamdır bu blog sahibesini sevindiren :)

BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya