22 Mayıs 2015 Cuma

Bu Yükü Neden Taşıyorum?

Dünya hayatında her zaman, her türlü sıkıntıyla karşılaşırız. İmtihan hali, dünya hayatının doğası gereğidir. Burada bulunuş amacımız bu nihayetinde. Ancak öyle zaman olur ki, "Arkası gelmez dertlerimin, bıktım illallah!" diyesi gelir insanın. 

Geçenlerde, imtihanlarımız ve bu imtihanlarla başa çıkma yöntemlerimizi içeren bir sohbet dönüyordu arkadaşımla aramızda. Konu döndü dolaştı, özel hayatlarımıza geldi. Arkadaşım birden derin bir nefes aldı ve bana şöyle dedi: "Bak şimdi Özlem! Aslında, çok uzun zamandır kimseye anlatamadığım sıkıntılarım var." 

Siz sanıyor musunuz ki bu arkadaşım en mahrem sıkıntılarını; kara kaşım, kara gözüm için benimle paylaşıyor? Eğer psikologsanız, insanlar onların kendi problemlerini dinlemeye her zaman hazır ve nazır olduğunuzu düşünürler. Konu alalade başlamışsa ve birden ciddileşerek "Bak şimdi, aslında..." boyutuna gelmişse, anlattıklarınızı ciddiyetle dinlemenizi beklerler. Onları kızamıyorum. Çoğu zaman sadece anlatmak ve anlaşılmak istiyorlar. Anlattıklarının biri tarafından duyulduğunu, dinlendiğini ve anlaşıldığını görmek tüm insanlara iyi geliyor. Onları anlayabiliyorum çünkü ben de psikolog olmaktan öte bir insanım.

Ama psikolog olmaya gelince, madalyonun bir de unutulan öteki yüzü var. Evet bizler insanların sıkıntılarını dinliyoruz ancak problemleri çözmesi gereken bizler değiliz, problem sahibi. Psikolog sadece kişinin içinde bulunduğu süreci daha objektif değerlendirebilen; yol haritasını bilen ve o içsel seyahatiniz boyunca yolunuzu aydınlatmak için meşale tutan kişidir.

 Bilirsiniz, dertler size misafirliğe geleceğiz demezler, gelince kapınızı çalmazlar. Bir gün uyanırsınız ve hayatınızın bambaşka bir hal aldığını görürsünüz. Dertlerin her biri diğerinin yanına sıralanır, sizi de halayın başına koyar, elinize bir de mendil vererek başa döndürür dururlar. Tabii ki tam olarak böyle değil, bu işin latife kısmı. Bu problemi deneyimleyen herkes, elini nereye atsa kuruyormuş hissine kapılır. 

Birçok kimseye anlatamadığı mahrem hikayesini benimle paylaşan arkadaşımın hissettiği de tam olarak buydu. Herkesin çok mutlu olduğu (ya da öyle görünmek zorunda hissederek rol yaptığı) bir dünya hayatında, tüm insanlığın payına düşen mutsuzluk, sanki sadce onun adına tasarruf ediliyormuş hissi taşıyordu.

İnsan bu dünya hayatına "sadece mutlu olmak" için gelmediğini bilirse, hayatın her rengini kabullenir. Pembeyi seviyorsunuz diye tüm dünyanın pembeden ibaret olmasını beklemeniz aptallık olur. Siz mutlu olmayı istiyorsunuz diye mutlu olsanız, emin olun o mutluluğun hiçbir kıymeti kalmaz. Herşey aksiyle değerlidir bu dünyada. Gözyaşı olmasa sevincin kıymetini bilebilir miydik? Selamet müjdesi olmasa sabrın ne anlamı olurdu ki? 

Kabul,  neden taşıdığımızı bilmediğimiz dertleri var hepimizin. Kimse mükemmel değil, kimsenin hayatı göründüğü kadar mükemmel değil. Hasılı, sorunsuz bir hayattan da ürkmek gerek bana kalırsa. Hatalar olmasa tecrübeler de olmaz.

Neden bu derdi taşıdığını sorgulayan insanlara sıklıkla anlattığım bir hikayem var. Ve inanır mısınız, gerçek hayatta yaşanmış "tamamen gerçek" bir hikaye bu. Bahsettiğim arkadaşıma bu hikayeyi anlattığımda kalbindeki yükün bir nebze de olsa kalktığını söyledi. Doğrudur; yaşanılan tüm zor günlerin, belaların, dertlerin, sıkıntıların; her şeyin ama her şeyin bir nedeni olduğunu ve bir amaca hizmet ettiğini bilmek, insanı rahatlatır.

Gelelim hikayemize, hikaye tam olarak şöyle: 
Genç bir kadın, yamaç tırmanışı yapmaya çok heveslidir ancak uzun zamandır cesaret edememektedir. Cesaretini toplayabildiği anda bir grup tırmanışına başvurur, tırmanış vakti gelince de onlara katılır. Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç karşılar kendilerini. Tüm korkularına rağmen azimli olan bu genç kadın, emniyet kemerini takar, ipi yakalar ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başlar. Bir süre tırmandıktan sonra, nefesleneceği bir oyuk bulur...

Orada asılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığıa düşer ve ipi gevçşetir. Aniden boşalan ip, hızla genç bayanın gözüne çarpar. Neyse ki gözü çok ciddi hasar görmez. Ancak genç bayanın gözündeki lens düşmüştür. Lens çok küçüktür ve bulunması neredeyse imkansızdır.

Göz numarası yeterince yüksek olan genç kadın tamamen bulanık görmektedir. Yapabileceği tek şey dua etmektir. "Allah'ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve her yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Lütfen onu bulmama yardım et."

Tam o esnada, tırmanmak üzere dağın altındaki patikadan yürüyerek gelen yeni bir grup görünür. İçlerinden biri "Aranızda lens kaybeden var mı?" diye bağırır. Genç kadının lensi bulunmuştur. Genç kadının sonradan öğrendiğine göre, gruptakiler yürürken kayanın üzerinde parlayan ve hareket eden ufak bir şey farkedip, yakınlaşarak incelediklerinde bir karıncanın lensi taşıdığını görürler. 

Eve döndüklerindeyse bu genç kadın lensini nasıl bulduğunu babasına anlatır. Ünlü bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resme çizer ve karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazar:

"Allah'ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa, senin için taşıyacağım."


 Güzel bir hikaye öyle değil mi? 

Hepimizin neden taşıdığını bilmediği dertler var hayatında. Benim de var. Böyle zamanlarda, yaşadığım her sıkıntının bir anlamı olduğunu düşünürüm. İmtihanın kendisinden ziyade, imtihana karşı sergilediğim tutumun önem arz ettiğini hatırlatırım kendime. Ve o yükü taşımamı isteyen iradeye rıza gösteririm. Çünkü hiç kimse O'ndan daha şefkatli değildir kullarına karşı. O yüzden  "Bu yükü neden taşıyorum?" demem. "Burası dünya ya hu. Burası bu kadar*" derim. Ve gönlümü sükunete eriştiren şu ayet-i kerimeyle telkin ederim:


"Hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. 
Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o sizin için bir şerrdir. 
Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz."
Bakara Suresi - 216. Ayet-i Kerime

 *

Tüm Müslüman aleminin Cum'ası mübarek olsun.

Aşkla Kalın!



*Söz, Ah Muhsin Ünlü'ye aittir.

7 yorum:

  1. Özlemiimm yazını okuyunca seni özlediğimi fark ettim ^.^
    Mutlu görünmeye çalışan maskelerimiz hep var ama olsun dimi, onlar da şükretmeyi bilen insanın taşıyabildiği en büyük lütuf olsa gerek..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Adımla müsemmayım diye boşuna demiyorum ^_^ Uzun uzun konuşmalarımızı özledim yasmin... Bir ara konuşalım yeniden..

      O maskeler hepimizde mevcut, önemli olan ne sıklıkta kullandığımız. İnsanın "olduğu" ve "olduğunu gösterdiği" karakter arasındaki fark ne kadar açılırsa, ödenecek bedel de bir o kadar artıyor... Bizleri ruhen koruyan şey, kederli halimizi bile Allah'a havale edebilmenin ve her daim huzuruna çıkabildiğimizi bilmenin huzuru olsa gerek...

      Sil
  2. Bence insanın en iyi doktoru kendisidir, birazda inançlı biriyseniz küçük şeylerden mutlu olmayı, çokça şükretmeyi biliyorsunuz, mutluluk ve kanaatkar olmak insanı gerçekten huzurlu mutlu yapıyor ...

    YanıtlaSil
  3. Hikaye çok güzeldi cidden.. Buarada sana da üzülüyorum herkesin derdini dinleme gibi bir misyonun var. Bak şimdi bir gün :) Çok öpüyorum seni :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Herkesin derdini oturup saatlerce dinlemiyorum aslında, ama bazı insanlar anlatmaya o kadar muhtaç ki, sadece birileri yarenlik etsin, onu duysun, anlasın istiyor. Evet dert dinlemek zor ama derdini paylaşan ve senin fikirlerinle içindeki sıkıntıdan kısmen de olsa kurtulan bir yabancının gözündeki sevinç, yüzündeki mutluluk ifadesi benim için her şeye bedel... Allah'tan karakter olarak rahat biriyim, dertliyle dertli olmuyorum, yoksa ben de çoktan öteki psikiyatr/psikologlar gibi olmuştum :)

      Sil
  4. Saat 4.30 u geçiyor 9.00 da finalim var uyuyamadım aklıma takılan bir ton şey var Allahım üstümden bu yükü al diye dua ettim artık sonra postunuzu okuyayım bari dedim elimde telefon yataktayım ve Allah bu postunuzu bana gösterdi okudum... Sabah sınavım var ve halen uyuyamadım hala..amaan iyiki de uyuyamamışım vardır bir hayır

    YanıtlaSil

Can-u gönülden yapılan birkaç satır kelamdır bu blog sahibesini sevindiren :)

BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya