1 Ağustos 2015 Cumartesi

Kitap Kokusu: Bülbülü Öldürmek


Bazı kitaplar yıllar önce yazılmış olmasına rağmen bugüne seslenir , yarına ışık tutar. “Bülbülü Öldürmek” tam olarak bu kitaplardan biri bana kalırsa.


“Bülbülü Öldürmek” Harper Lee’nin bilinen ilk ve tek romanı olma özelliğine sahip olan, yayınlandığı dönemde olduğu kadar günümüzde de okuyucusunun ilgisini diri tutmayı başarabilmiş klasik bir eser.

Yazarımız Harper Lee'yi biraz daha yakından tanıyalım: 

1926 yılında Amerika’nın Alabama eyaletinin Monroeville şehrinde doğan Harper Lee, 1936 yılında, yani henüz on yaşındayken, yaşadığı kasabanın civarında gerçekleşen bir olaya tanık olur: kasabalarındaki zencinin biri beyaz bir kadına tecavüz suçundan haksızca yargılanır ancak suçsuz olduğu daha sonradan ortaya çıkar. Harper Lee bu olaydan çok etkilenir. Kendi babası da avukat olan yazar, bir dönem hukuk okur ama bitiremez ne yazık ki. Yıl 1956 olduğunda ise başta bu olay olmak üzere yaşadıklarını yazmaya başlar. Zamanla yazdığı tüm öyküler “Bülbülü Öldürmek” isimli kitabına evrilir.



Tanık olduğu bu olaylar, kurguyla birlikte bir hikayeye dönüşür Harper Lee'nin kaleminde. Ve biz bu hikayenin tamamını küçük, haşarı bir kız çocuğunun, Scout’un ağzından dinleriz. 

Abisine özenen, cinsiyet rolleriyle henüz uzlaşamamış bir kız çocuğudur Scout. Kendisinden beklenin dışında bir çizgisi vardır. Cesurdur ve bir o kadar da zeki.



Scout’un abisi Jem’i, kitap boyunca büyüyen ve çocukluktan ergenliğe geçişin o sancılı evrelerini yaşarken görürüz. Scout gibi onun da en büyük ve en önemli rol modeli, avukat olan babaları Atticus'tur. 

Ve tabii bir de Dill var. İki kardeşin de en iyi arkadaşıdır Dill ama Scout’un hisleri biraz daha farklıdır çünkü bir çocuğun erişilmez masumiyetiyle sevmektedir arkadaşını. Harper Lee, kitapta yer verdiği Dill isimli bu karakteri, gerçekte de kapı komşusu olan Truman Capote'dan esinlenerek oluşturduğunu belirtir.

Atticus Finch karakterinin sadece tanıtmakla yetinmek, bu karakteri yaratan Harper Lee’ye haksızlıkların en büyüğü olur bana kalırsa. Bu yüzden, gelin biraz daha ayrıntılı ele alalım bu müthiş karakteri:

Atticus Finch küçük bir kasabada yaşayan, anneleri ölmüş iki ufak çocuğa babalık vazifesini başarıyla sürdüren bir avukattır. Evet, kasabanın en önemli avukatıdır ancak avukat olmaktan öte bir babadır ve babalık rolünün de hakkını sonuna kadar verebilmektedir Atticus. Belki çocuklarına maddi miras bırakabilecek bir baba değil kendisi, ancak onlara sahip olabileceği en büyük mirası bırakıyor: ahlak ve dürüstlük. Çocukları Scout ve Jem’e; iyiyle, kötüyü, doğruyla yanlışı ayırt edebilmelerini sağlayacak altın öğütler veriyor her seferinde. Onlara takındığı tavır, bir çocuğu değil de bir yetişkini muhattap aldığını hissettiren türdendir ve bu da benim nazarımda fazlasıyla takdire şayandır.




Hikayemize geri dönelim:

1930lu yıllardan birinde başlar Scout hikayesini bize anlatmaya. O zamanlar tüm Amerika, Büyük Ekonomik Buhranla sarsılmıştır. Güney Amerika’daki en temel mesele ırk ayrımcılığı ve sosyal hiyerarşidir. Zenciler ötekileştirilmiştir, kendi vatanlarında köle durumundadırlar.

Durum böyleyken,  asılsız bir iddia atılır ortaya. Bir zenci, beyaz bir kadına saldırmakla suçlanır. Atticus Finch bu zencinin hakkını savunmak üzere savunmasını üstlenir. Statü sahibi bir beyazın, rezil bir zencinin avukatlığını üstlenebilme cesaretini gösterebilmesini anlayamamış olan  kasaba halkı topyekün bir saldırı başlatırlar Atticus Finch’e. Aslına bakılırsa, tüm kasaba Atticus’un ne kadar erdemli, ne kadar dürüst ve ne kadar düzgün bir kişilik olduğunu ve dahası zencinin suçsuz olduğunu çok iyi bilmektedir ancak –bilirsiniz, bazı sosyal statüler işin içine girince- çıkarlar  her şeyin üzerindedir.




Bu güzel eserin bir de beyazperdeye uyarlanışından bahsedelim: Kitapla aynı ismi taşıyan filmin yönetmenliğini Robert Mulligan üstlenmiş. Filmde en göz alıcı performans elbette Atticus Finch rolüyle Gregory Peck'e ait. Okurken zihnimizde canlanan idealist baba ve avukat rolünün hakkını oldukça iyi vermiş. Oscar jürisi de benimle aynı fikirde olmalılar ki 1963 yılında "En İyi Erkek Oyuncu" Oscarını Gregory Peck'e vermeyi uygun bulmuşlar. Netice itibariyle, 1960 yılında Pulitzer Edebiyat Ödülü'nü alan bu eser, 1963 yılında "En İyi Erkek Oyuncu", "En İyi Sanat Yönetmeni" ve "En İyi Uyarlama Senaryo" olmak üzere üç dalda Oscar'ı almaya hak kazanmış.


Filmdeki mahkeme sahnesi ve Atticus'un konuşması sinema tarihindeki unutulmazlardan bir tanesi. Amerikan Barolar Birliği Dergisi'nin yaptığı anketin sonucuna göre, "En İyi 25 Mahkeme Filmi" sıralamasında ilk sırayı "Bülbülü Öldürmek" almış. 


Yazımın başında "Bazı kitaplar yıllar önce yazılmış olmasına rağmen bugüne seslenir , yarına ışık tutar." demiştim. Bu kitabı okumuş olanlarınız neyi kastettiğimi çok daha iyi anlayabiliyorlar, biliyorum. Günümüzde yaşananları düşündüğüm zaman, hala kaynağını bilemediğim bir nefretin, öfkenin var olduğunu görüyorum. İşte bu, bahsi geçen kitabımızın bugüne seslendiği kısmı. Peki ya yarına ışık tutan yanı? Bu kaos ortamı, bu ötekileştirmeler yarın da var olacak. Asıl mesele bülbülü öldürüp öldürmediğimiz. (Bu kitabı okurken, bülbül (hoş tam olarak bülbül olarak da çevrilemez- Amerikalıların "mockingbird" ismini verdikleri kuştan bahsediyorum)den kastının ne olduğunu epey düşündüm. Aklıma gelenler arasında en kuvvetli ihtimal verdiklerim masumiyet ve adalet oldu. Bu yüzden masumiyetin ve adaletin artık öldüğünü düşünerek böyle bir tarizde bulunmaktı niyetim.)

Bir hukukçunun mutlaka okuması gerektiğini düşündüğüm için bu kitabı geçtiğimiz aylarda avukatıma hediye ettim. Kitaplığımda yokluğu epey hissediliyor, en kısa zamanda yenisi alınacak ^.^ Ayrıca bu kitabın, "The Help - Duyguların Rengi" kitabına da esin kaynağı olduğu kanaatindeyim. Duyguların Rengi'ni birkaç yıl önce beğenerek okumuştum, şayet okumadıysanız bu kitap da kesinlikle tavsiyemdir. 

2 yorum:

  1. önce bu kitabı okumak daha sonra da filmini izlemek istiyorum.
    ancak aradan yıllar geçip ben hala kitabını okuyamayınca filmini mi izlesem acaba diyorum. :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Seyhan'cım filmi de çok hoş ama ben kitabı okumanı tavsiye ederim :)

      Sil

Can-u gönülden yapılan birkaç satır kelamdır bu blog sahibesini sevindiren :)

BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya