Sevgililer Günü yaklaştığına göre yeni bir manifesto daha yayınlayabilirim ^_^ Ama itiraf ediyorum bu sefer şöyle bir durup düşündüm. Malum bu dönemde Sevgililer Gününü kutlamak kadar Sevgililer Günü'ne
muhalif olmak da bir o kadar popüler. Derdim ne popülerizm ne de başka bir şey. Elbette tevekkeli değil, bir nevi
safımı belli etmek benimkisi. Emr-i bi'l maruf nehy-i anil münker'den sorguya
çekildiğimde en azından bu yazımı delil gösterebileceğim inşallah ^_^
Başlıktan da anlaşılacağı üzere, bu yazının asıl amacı bu günü kutlayanları, kutladığına bin pişman etmek ^_^ Şaka bir yana, isteyen istediği gibi kutlasın ama benim için Sevgililer Günü'nün Kabotaj Bayramı'ndan bir farkı olmadı, olmayacak da. Bu yıl da böyle olacak çünkü hala bekarım ^_^
(Tam bu satırları yazarken İlber Ortaylı'nın şu meşhur capslerinden biri aklıma geldi ^_^) .
İlber Amcayı capslerde bırakıp, konumuza dönelim:
Tanışma, evlilik yıldönümü, doğum günleri ve benzeri kişiye ya da çiftlere özel tarihlerin hatırlanması ve o güne özel mütevazi kutlamaların yapılması çoğumuzun hoşuna gider, özellikle biz bayanlar özel tarihlere erkeklerden daha fazla anlam yüklüyor ve önemsiyoruz, öyle değil mi? Ne yazık ki bu durum bile, sevgililer gününün benim için en sevimsiz ve içi boş tarih olma özelliğini değiştiremiyor. Neden mi? "Sevgililer Günü'nü kapitalizmin sevgiyi katlettiği gün."olarak görüyorum da ondan. Benim için hiçbir anlamı olmayan bir tarihi herkes kutluyor diye herkes gibi kutlamak hangi kafanın ürünü benim aklım almıyor doğrusu. Sevdiğinize sevginizi hissettirmeniz için yüzlerce sebep, binlerce yöntem var. Sevgililer Günü'nde sevgilinize atraksiyon yaşatacağım diye çarkıfeleğe dönmeyin lütfen. Dünyada milyonlarca insanla aynı anda aynı taklayı atıyorsunuz, biraz marjinal olun ^_^
Tanışma, evlilik yıldönümü, doğum günleri ve benzeri kişiye ya da çiftlere özel tarihlerin hatırlanması ve o güne özel mütevazi kutlamaların yapılması çoğumuzun hoşuna gider, özellikle biz bayanlar özel tarihlere erkeklerden daha fazla anlam yüklüyor ve önemsiyoruz, öyle değil mi? Ne yazık ki bu durum bile, sevgililer gününün benim için en sevimsiz ve içi boş tarih olma özelliğini değiştiremiyor. Neden mi? "Sevgililer Günü'nü kapitalizmin sevgiyi katlettiği gün."olarak görüyorum da ondan. Benim için hiçbir anlamı olmayan bir tarihi herkes kutluyor diye herkes gibi kutlamak hangi kafanın ürünü benim aklım almıyor doğrusu. Sevdiğinize sevginizi hissettirmeniz için yüzlerce sebep, binlerce yöntem var. Sevgililer Günü'nde sevgilinize atraksiyon yaşatacağım diye çarkıfeleğe dönmeyin lütfen. Dünyada milyonlarca insanla aynı anda aynı taklayı atıyorsunuz, biraz marjinal olun ^_^
Sevgililer Günü'nü kutlayanlara "Aslında neyi kutladığınızı biliyor musunuz?" şeklinde bir soru da yöneltmek gerekiyor bana kalırsa. Burada yöneltilen aslında kelimesinin altını çizmek istiyorum. Sevgililer Günü aslında nedir, neden kutlanılagelir?
Sevgililer Günü'nün ortaya çıkışına dair birden çok hikaye var ve siz muhtemelen bunlardan bir tanesini okudunuz ya da dinlediniz. (Aksini düşünerek sevgililer gününün ortaya çıkışı ve tarih içinde evrilişini anlatan başka bir yazıyı daha eklemek istedim: Buradaki yazıyı okuduğumda, ben de Sevgililer Günü'nün daha önce denk gelmediğim yönlerini öğrenmiş oldum.)
Şimdi efendim, -yine linki tıklamayacak ve oradaki yazıyı okuyamacak kadar tembel okuyucularım olduğunu da varsayarak- kendi işime yarayacak olan kısmı kırparak yazıma devam etmek istiyorum:
Antik Roma'da 15 Şubat, bereket tanrısı Lupercus'!un onuruna, Lupercalia günü olarak kutlanmaktaydı. Bu günde, Lupercus'un din adamları tanrıya keçi kurban ederlerdi. Daha sonra kafalarının üstüne koydukları bir parça keçi derisi ile Lupercus'u simgeleyerek, Roma
sokaklarında koşturup, karşılaştıkları herkese dokunurlardı. Genç
kızlar gönüllü olarak ileri atılır ve bereket tanrısının dokunuşundan
paylarını almaya çabalarlardı. İnanışa göre bu dokunuş sayesinde
doğurganlıkları kolaylaşacaktı.
Lupercalia bayramının arifesi olan 14 Şubat'ta genç erkeklerin genç
kızların isimleri yazlı kura çekerek bayram boyunca 'çift' olma
alışkanlığı vardı. 469'da Papa bu gayri-Hıristiyan bayramını yasaklayarak sadece kura çekilişine izin
verdi. Ancak artık kuralarda kızların değil azizlerin isimlerini
yazılıydı.
"El haya-ü minel iman." yani Türkçesiyle "Haya imandandır." diyor Peygamber Efendimiz (sav). Yukarıda paylaştığım haliyle günümüzdeki haline evrilen Sevgililer Günü'nün, toplumumuzda algılanışı ve pratikte uygulanışı üzerinde azıcık kafa yorunca, bana öyle geliyor ki Sevgililer Günü hayayı, ahlaki değerleri, örf ve gelenekleri ve en önemlisi İslam inancını yıpratmaya yönelik bir zihniyetin ürünüdür. İşin bu noktası; kapitalizm, materyalizm ve sayısı çoğaltılabilecek her türlü ideolojiden daha önemli benim için.
"Sevgili" adı altında gençleri zinaya özendiren, Türk kültürünü ve İslam ahlakını her anlamda erozyona uğratmayı hedefleyen kutlama çeşitlerinden uzak durmak, gerçek manada dinini yaşamak ve örnek bir Müslüman olmak isteyenlerin önemle üzerine eğilmesi gereken meselelerden biri olmalı. "Bir kavme benzeyen, onlardandır." diyor Yüce Nebi. Bu Hadis-i Şerif, duyanın umursamaz kalamayacağı türden ciddi bir ikaz. Bunun şuuruyla hadiseleri ele almak ve değerlendirmek gerekiyor düşüncesindeyim.
“Allahım! Bana sevgini, Seni sevenin sevgisini, beni sevgine
yaklaştıracak her şeyin sevgisini nasip et ve Senin sevgini benim için
soğuk sudan daha sevimli kıl.”
(Hadis-i Şerif)
Sözde değil özde anlayan, kollarıyla değil yüreğiyle sarılan, elleriyle değil yüreğiyle yüreğimizden tutup ötelere, sonsuzluğa götüren, "Allah için seven" gerçek sevgililer olabilmemiz ve bulabilmemiz duasıyla.
Aşkla Kalın!
Not: Geçtiğimiz yıl kaleme aldığım Sevgililer Günü yazısına buradan
ulaşabilirsiniz. Şayet önceki manifestolarımı okumadıysanız; Suriyeli mülteciler ve çocukların çalıştırılması mevzusunu ele aldığım yazıma buradan, doğum
günü, baby shower partilerinden hareketle tüketim toplumu olmaya yönelik eleştirilerime yer verdiğim yazıma buradan, ve yine dolaylı yoldan Noel/Yılbaşı kutlamalarına değindiğim yazıma buradan ulaşabilirsiniz.
İslami değerleri olan ve hayatını İslam'a göre yaşamaya çalışan bir insan kendini bunlara uygun görebilir mi?
YanıtlaSilGöremez muhakkak, Rabbim bizi razı olduğu istikametten ayırmasın ablacım...
SilSaygıdeğer kardeşim,
YanıtlaSilşu an İslami değer denilen hal '' kültürel İslam '' adı verilebilecek sadece adı kalmış, içeriği boşalmış bir halden ibaret. Yaklaşık 15 yıl öncesine göre namaz kılanların oranı %40 lardan %19 civarına inmiş durumda. Müslümanların okudukları, izledikleri, işledikleri, dinledikleri, paylaştıkları, zahir ve batınları ''Rabbimizin razı olacağı istikamet'' kavramının neresinde? Resulullah ve sahabe yaşantısı işitilen ama duyulmayan bir halde. Söze gelince mangalda kül bırakmayan, ama yaşantıya gelince ''Rabbinin rızası istikametindeki yaşamı'' yaşantısıyla tarif eden Hz. Peygamber'e ittiba ne halde? Ve acaba Sünnet-i Seniyye ne? Yaptığımız tüm fiillere biz mi karar vereceğiz yoksa Allah Resulünü bu konu için mi göndermiştir. Allah'a mı kuluz nefsimize mi? Yoksa şeytanın sağdan yaklaşması olarak tarif edilen Allah'ı bilmekle rahat eder bir hale mi gelmiş ümmet? Hani var ya o ''Gafur''dur affeder illa ( haşa milyon kere haşa )... Hani var ya o Settar'dır örter biz ne günah işlersek işleyelim... İyi de o halde sahabe efendilerimizin neden ödü patlıyordu akıbetlerinden?
Söz çok.. Had aşıldıysa hak helal edilsin. Ama cidden Allah'ın rızası istikametinde yaşama kavramını didik didik etmedikçe, kavramı işitip duymadıkça akıbet sıkıntılı. Rabbim ''kültür müslümanlığı'' halinden bizi muhafaza etsin.
hayırda kalın...
Teşekkür ederim yorumunuz için. Dediklerinizde haklısınız kesinlikle ancak şu noktada takıldım. "Müslümanların okudukları, dinledikleri, izledikleri..." Elbette belli kriterler vardır müzikte de edebiyatta da ahlaki anlamda ve İslâmi anlamda bize getirisinden çok götürüsü olan şeyler vardır ancak buna dikkat edildiği müddetçe bir müslümanın kültürel yönünü de kuvvetlendirmesi gerektiğini düşünüyorum... Benim bunu demekle kastım sizin atıfta bulunduğunuz içi boşaltılmış kültürel islamiyet anlayışı değildir, benim kastetiğim müslümanın içinde yaşadığı çağa ayak uydurabilmesi için kendisini kültürel anlamda güncel tutması bunu yaparken Alla'ın emir ve yasaklarına riayet etmesidir. Cevabınız için tekrar teşekkür ederim efendim, selametle...
Sil