Elinizi
vicdanınıza koyun ve dinleyin! Sesini duyabiliyor musunuz?
Elimi vicdanıma koyduğumda, onu orada
bulduğuma, onu hala duyabiliyor olmama seviniyorum. Peki ya onu unutanlar? Sesini
kısanlar? “Belki de bu yüzden toplum olarak tarumar bir haldeyiz” diye düşünüyorum...

Peki
insanda nasıl gelişiyor vicdan mekanizması?
İşte bebeklikten itibaren ahlaki ve vicdani gelişim basamakları:
İşte bebeklikten itibaren ahlaki ve vicdani gelişim basamakları:
0
- 2 yaş arasındaki bir bebeğin ahlaki davranışlar sergileme ya da
davranışlardan ahlaki çıkarımlarda bulunma kabiliyeti henüz bulunmuyor. Ancak 2
yaşından sonra çocukta bir bencillik evresine giriş gözlemlemeye başlıyoruz. Bu
evredeki bir çocuk çevresindekilerin merkezi olmak istiyor. Bu yüzden, bu yaş
grubu ebeveynlerinden sıklıkla çocuklarının inatla kendi isteklerinin yerine
getirilmesini istediklerini, bu isteklerini yaptırabilmek için de hırçınlıklara
hatta bazen ağlama krizlerine ve ağlama nöbetlerine girdiklerini duyuyorum. Bu
yaştaki bir çocuğun, etrafındaki insanların ne düşündüğünü onların maddi ve
manevi durumlarını değerlendirmeksizin kendi istekleri konusunda inatçı ve
bencil davranışlar sergilemesinin normal bir gelişimsel süreç olduğunu
söylüyorum ebeveynlere sıklıkla.
6
yaşından itibaren çocukların davranışlarının içerisindeki ahlaki boyutunun büyük
ölçüde otorite kaynağına bağlı olduğu gözümüze çarpıyor. Çocuk, yetişkinlerin
-özellikle anne ve babasının kurallarının değişmez olduğunu düşünüyor. Bu
yüzden, bu yaş çocuğunun davranışlarındaki ahlaki boyut, en çok da anne ve
babasının kuralları ve çocuğun davranışlarına verdiği tepkiler çerçevesinde
gelişiyor.
İlerleyen
zamanlarda çocuğun davranışındaki ahlaki yargı otoriteye bağımlı ve tek yönlü
olma özelliğini yitirmeye başlıyor. Çocuk kendi ahlaki davranışlarının
sonuçlarını toplumsal değerler ve zorunluluklar açısından değerendirerek buna
uygun davranışlar sergilemeye çalışıyor.
7
ile 9 yaş, çocukta düşüncenin uyandığı dönem. İşte tam da bu dönemde çocuklar
ahlaki kavramları anlamaya, davranışlardan ahlaki çıkarımlar yapmaya
başlıyorlar. Bunun en önemli nedeni, çocuğun zihin gelişimi açısından Somut
İşlemler Dönemi’nden, Soyut İşlemler Dönemi’ne geçiş aşamasına ulaşmış olması.
Bu dönemde çocuk, konuşarak kendini ifade etme, sebep sonuç ilişkisi kurma ve
muhakeme becerilerine sahip olmaya başlıyor. 10 yaşından itibaren, iyi-kötü ve
haklı-haksız kavramlarını ayırabilecek seviyeye kısmen ulaşmış duruma geliyor.
Bu
çağdaki çocukların davranışlarını bu bağlamda düşündüğüm zaman, hemen hepsinin
kendince ideal bir insan seçerek kendine rol-model edindiğini gözlemliyorum.
İşte burada en önemli nokta, çocuğun kimi ve hangi davranışları kendine rol ve
model olarak seçeceği. Bu evreyi takip eden ergenlik dönemi ile birlikte
yirmili yaşların ortalarına kadar bir çok anlamda vicdan mekanizması
kemikleşmiş vaziyetine erişmiş oluyor.
*
Mesleki
tecrübemin henüz başındayım. Eğitim sektöründe 4. Yılına giren bir psikolog
olarak gözlemlerim neticesinde söyleyebilirim ki, aileler okul öncesi gelişim
konusunda artık daha bilinçliler. Çocuklarının gelişimsel yönden en iyi şekilde
desteklenebilmesi için genellikle hem akademik, hem de fiziksel açıdan en
iyi fırsatları sunabilen okulları tercih ediyorlar. Ancak dikkatimi çeken
önemli bir sorunları var bu ailelerin; çocuklarının bilişsel, fiziksel, sosyal
ve diğer yönlerden desteklerken onların ahlaki ve vicdani gelişimlerini çoğu
zaman göz ardı ediyorlar.
Çocuklar
bu dünyadaki en iyi gözlemcilerdir. Yaptıkları gözlemler sayesinde kendi
davranışlarına şekil verirler. Anne babası ve yakın çevresindeki insanların
günlük hayat akışı içerisinde sergilediği tavırları, davranışları, sözleri ve
diğer her şeyi gözlemleyen çocuk onları kendi zihin süzgecinden geçirerek
kendince bir çıkarımda bulunur. Çocuklarının ahlaki ve vizdani yönden doğru ve
ideal gelişim sergilemesini isteyen anne babaların –ve hatta çevresindeki
herkesin- doğru konuşmak, doğruluğa önem vermek, haksızlığa tepki göstermek,
haksızlık yapmamak, başkalarının duygularının farkında olmak ve empatide
ulunmak, çevresel ve toplumsal olaylara duyarsız kalmamak, tarihi ve manevi
şahsiyetlere gereken saygıyı ve hürmeti göstermek ve diğer evrensel değerleri
ellerinden gelen en iyi şekilde temsil etmeleri gerekmektedir.
Gözünüz
epey korktu öyle değil mi? Hatta bu satırları okurken “Oradan fetva vermek
kolay, pratikte işler öyle yürümüyor Özlem Hanım” diyerek -kendi hatalı
tavırlarına bahane üreten onlarca danışanım gibi- benzer
tepki veriyor olabilirsiniz. Ancak önemli bir gerçek var unutulmaması gereken:
Toplumsal olarak yaşadığımız bir çok problemin kaynağında, insanların sahip
olduğu “vicdan mekanizması” yer alıyor. İşte bu mekanizma, bir nevi trafo
merkez görevi görerek insan davranışlarındaki ahlaki yönü kontrol ediyor
Muhyiddin
İbn Arabi Fütühât-ı Mekkiyye, Fusûsu’l Hikem gibi
eserlerinde sıklıkla vicdan meselesi üzerinde duruyor. Onun düşüncelerini
okuyunca şunları anlıyorum: Vicdan bizi “müteale” yani daha yüce bir
varlığa, bilinenlerin en üstününe yani Allah’a bağlıyor ve oradan besleniyor.
İnsan, iyilik ve güzellik adına zaten tüm hasletleri bedeninde ve ruhunda tecelli
ettirecek şekilde donatılarak yaratılmış. Vicdan da bu mükemmel donatının
parçaları arasında –yalnız diğerleri gibi o da nüve yani çekirdek şeklinde. Her
şeyden önce geliştirilip, büyütülmeye ihtiyacı olduğu unutulmamalı.
Tüm
diğer akli melekelerde olduğu gibi, vicdan mekanizmasının da her insanda
farklılık gösterdiği aşikâr. Nasıl ki zeka gelişimi genetik ve çevresel
süreçlerden doğruca etkileniyorsa, aynı şey vicdani gelişim için de geçerli.
Doğuştan getirdiğimiz vicdan sistemi, sonradan eklenen terbiye, görgü ve
gelenekler, aile ortamı, toplumsal normlar, dini ve manevi diğer tüm değerlerle
şekillenmeye devam ediyor. Doğuştan kısıtlı olsa bile sonradan eklenecek
olanlar sayesinde çok güçlü bir vicdan mekanizmasına sahip olunabileceği gibi,
doğuştan gelen güçlü ve sağlam bir mekanizmanın, sonradan eklenen kötü ortamla,
yanlış eğitimle yahut ihmalkarlıkla kişide haksızlık, yalan, suç, şiddet ve
diğer tüm kötülük potansiyellerini arttırdığının altını özellikle çizmek
isterim.
İbn-i
Haldun’un
dediği gibi “Coğrafya kaderdir” ancak bu coğrafyada yaşayan insanların
sahip olduğu ahlak ve vicdan mekanizmaların niteliği bu meselenin tamamen
dışında bana kalırsa. Ülkemizde ve
coğrafyamızda son dönemde yaşananların, çekilen acıların ve göz yaşı
dökenlerin
asli sebeplerinden biri vicdan erozyonuna uğramış kişiler değil mi? Var
mı
itirazı olan bu fikrime?
Eğitimle
hemhâl olan bir psikolog olarak buradan -tüm anne babalar ve eğitimciler başta
olmak üzere- herkese sesleniyorum: Lütfen çocuklarımızın zekasını ve diğer
gelişimsel kabiliyetlerini arttırmak konusunda sergilediğimiz çabayı onların
ahlaki ve vicdani mekanizmalarını geliştirmek için de sarf edelim.
Bakın
tam da bu noktada, aynı zamanda üniversitede kendisinden ders almakla müşerref
olduğum hocam Adem Güneş şöyle diyor: "Bir çocuğun iç disipline
sahip olabilmesi için, vicdan mekanizmasının düzenli ve tıkır tıkır işlemesi,
kalbini ve duygularını hissetmesi gerekir." (Adem Güneş hocamın
"Çocukluk Sırrı" başta olmak üzere diğer tüm kitaplarını gönül
rahatlığıyla tavsiye ediyorum)
Yine
kıymetli üniversite hocalarımdan Prof. Dr. Kemal Sayar’ın şu
sözlerine yer vermek isterim: “Vicdanın sesini kısan unsurlara dikkat
edin. Çocuklar normal şartlarda kendi dünyalarında karşılaşma ihtimalleri çok düşük
imgelerle farklı bir gerçeklik kurar hâle geldi. Bunun yanı sıra, televizyonda
şiddet içerikli, güvenilmez insanları, aldatmaları, yalanları izleyen çocuk,
şiddeti uygulayan ya da şiddeti gören kişiyle özdeşim kurabiliyor. Çizgi
filmler, sanal oyunlardaki süper kahramanlar, şiddetten zarar görmeyen
insanların varlığına inandırıyor onları. Böylelikle arkadaşlarına kolayca zarar
verebiliyorlar.”
Dilerim yaşanan tüm acılar, üzüntüler bir
gün sona erer. Şehit ailelerine Allah’tan sabr-ı cemîl diliyor, Kuran-ı
Kerim’den iki ayetle yazıma son veriyorum inşaAllah.
“Her bir nefse (ruha) ve onu düzenleyene,
sonra da ona hem kötülüğü, hem de ondan sakınmayı ilham edene and olsun ki, onu
(ruhunu) kötülüklerden tertemiz yapan muhakkak, felah buldu. Onu alabildiğine
kötülüklere batırıp günah ile örten ise elbette hüsrana uğradı." ( Şems Suresi – 7.8.9. ve 10. Ayet-i
Kerimeler)
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü
sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine
verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar
olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit
kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini
duymaktadırlar. Onlar, Allah’tan gelen nimet ve keremin; Allah’ın, müminlerin
ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler. “ (Âl-i İmrân, 169. 170. Ve 171. Ayet-i
Kerimeler)
Aşkla Kalın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Can-u gönülden yapılan birkaç satır kelamdır bu blog sahibesini sevindiren :)