20 Şubat 2015 Cuma

Film Tavsiyesi: An American Crime - Indiana'da Gerçekleşen En Korkunç Cinayet

Sinemaseverler için konusunu gerçek hayattan alan filmler her zaman ilgi çekicidir. Benim için de bu geçerli. Bine yakın film izlemiş biriyim - hatta izlerken gerçekten yaşanan bir olaymış gibi etkilenen biriyim ancak izlediğim filmin sadece bir kurgudan ibaret olduğunu düşünmek bile bir bakıma beni rahatlatır. Ancak durum bu kez farklı.

 Konusunu gerçek hayattan aldığını bildiğim ancak "Keşke hiç yaşanmamış olsaydı" dediğim filmler bir elimin parmaklarını geçmez. Bunlardan biri yazısını burada paylaştığım Incendies filmidir, diğeri ise burada paylaştığım Soraya'yı Taşlamak. İşte bugün üçüncüsünü paylaşacağım sizlerle:

"An American Crime - Bir Amerikan Cinayeti"




Indiana Eyaleti'nde bugüne kadar işlenen en korkunç cinayeti konu ediniyor bu film. Baştan söylemeliyim ki normal bir insan yüreği bu filmi tek seferde oturup izlemeye dayanamaz. Ben kaç defa durdurdum hatırlamıyorum. Sylvia'nın maruz kaldığı şiddet görsellik açısından hiç abartılmamış olsa dahi, bunun bir insanoğlunun başına yine kendisi gibi bir ve birkaç insanoğlunun elinden gelmiş olmasına inanamıyor insan. Bir insan - dahası merhamet timsali olarak gösterilen bir anne bir çocuğa nasıl böyle bir eziyette bulunabilir?


Dilerseniz bu meseleyi biraz daha derinlemesine analiz edelim: 

Filmi izlediğim gece filmin üzerimdeki yıkıcı tesirinden dolayı uyuyamayınca uzunca bir vakit bu cinayetle ilgili araştırma yapmış bulundum. İşte 1965 yılında Amerika'nın Indianapolis eyaletinde işlenen o korkunç cinayetin detayları:

3 Ocak 1949'da, Lester ve Betty Likens'in 3. kızları olarak dünyaya gelen Sylvia Marie Likens aile içerisinde kendini yalnız hisseder çünkü diğer dört kardeşi de ikizdirler; Danny ve Diana; Benny ve Jenny. Filmdeki Sylvia'nın gülümseyişi gayet doğal ancak gerçek hayatta böyle değildir çünkü önde olmayan dişi Sylvia'yı her zaman bilinçli bir gülümseyişe zorlamıştır. Filmde Sylvia ve Jenny, Baniszewski kızlarıyla klise dönüşü otobüste tanışıyorlardı, ancak gerçek hayatta bu böyle olmamıştı. Sylvia ve Jenny yolda yürürken Paula Baniszewski ile karşılaşıp, tanışıyorlar sonrasında ise Paula iki kız kardeşi kendi evlerine davet ediyor. 

 Baniszewski'lerin evinde uzun zaman geçiren kızları merak eden baba Lester onları aramaya çıkar ve etraftakilerin Baniszewski'lerin evini göstermesi üzerine kapıyı çalar. Evin annesi Gertrude Baniszewski kapıyı açar ve Likens kızlarının babasıyla tanışır ancak kendisinin soyadını değiştirerek Mrs. Wright şeklinde tanıştırır çünkü evdeki küçük bebeğin babası diğerlerininkiyle aynı soyadı taşımamaktadır. Likens kızlarının babasının çocuğun gayri meşru olduğunu öğrenmesini istemez bu yüzden böyle bir yalana başvurur. 

Paraya ihtiyaçları olduğunu söyleyen anne Gertrude Baniszewski, babalarına haftalık 20 cent karşılığında kızlarına bakabileceğini söyler. Lester ve Betty Likens karnavalda görev aldıkları ve uzun bir müddet karnaval turnesinde kalmaları gerektiği için kızlarına göz kulak olabileceklerini düşündükleri Gertrude Baniszewski'ye güvenir ve kızlarını orada bırakırlar. 

İlk iki hafta herşey yolundadır ancak ikinci haftadan sonra yollanan çek gününde gelmemiştir. İşte herşey burdan sonra başlar. İki kızı da yatağa yatarak kalçalarını açmaya zorlar. Kürekle onlara şiddet uygular. Geç gelen çek dolayısıyla kızları cezalandırmaktadır böylelikle. Ertesi gün çek gelir ancak Sylvia ve Jenny hafif de olsa şiddete maruz kalmaya devam ederler.  Aradan bir ay geçer, Lester ve Betty Likens şehre geri dönerek Baniszewski'lerin evine kızlarını ziyarete gelirler ancak Sylvia ve Jenny, Gertrude'un tehditlerinden dolayı anne babasına gördüğü eziyetten bahsedemezler. (Filmde bu noktaya da değinilmemiş.)

Hayat gidişatı annesininkine benzer olan Paula (çocukların en büyüğü) evli olan bir adamla birliktedir ve ondan hamiledir. Bunu Sylvia ile paylaşır ancak olaylar daha da kötüleşir çünkü birlikte olduğu adam Paula'nın hamileliğini öğrendikten kısa bir süre sonra hamileliği üstlenmeyerek onu terkeder. Sylvia'yı yalancılıkla suçlayan Paula, kendisiyle ilgili hamile haberlerini yaydığı yönünde bir iftira atar ortaya. Paula sahip olduğu tüm ahlaksız meziyetleri Sylvia'nın üzerine yıkar.

Anne Gertrude kızına iftira attığı ve hırsızlık yaptığı gerekçesiyle, kısa bir süre sonra Sylvia'ya uyguladığı işkenceleri arttırmaya başlar.. Üzerinde sigara söndürmekle başlayan ve cinsel organına kola şişesi sokmaya zorlamak gibi akıl almaz işkencelere Sylvia'yı hapsettikleri bodrum katında devam ederler. İşin ilginci, Sylvia'ya fiziksel istismarı ilk uygulayan Anne Gertrude olduğu halde, sonraları bu işkenceleri uygulayanlar da yine Baniszewski çocukları olmuştur. Hatta dahası, çocukların arkadaşları da bodrum katına gelerek Sylvia'ya türlü işkenceler uygularlar. Kapatıldığı bodrum katında defalarca tecavüz edilir, kendi kusmuğu ve başkalarının dışkıları yemeye zorlanılır ve yazmaya bile yüreğimin dayanamadığı türlü işkencelere maruz bırakılır Sylvia... Ve dahası tüm Indianapolis ahalisi, bu olayın yaşandığını bile bile susar...

Sonra nasıl olursa olur ve birgün Indianapolis polis merkezine bir cinayet haberi ulaşır. İhbarda belirtilen adrese giden polisler, Sylvia Marie Likens'in çürümeye yüz tutmuş cesediyle karşılaşırlar. Yapılan incelemeler ve araştırmalar dahilinde ele alınan olaya "Baniszewski Cinayeti" adı verilir ve davaya bakan savcı tarafından "Indiana'da gerçekleşen en korkunç cinayet" nitelendirilmesi yapılır.

"Peki bu nasıl oluyor?"
diye soruyor insan. "Bir kişinin bir başka kişiye yönelttiği saldırganlık ve şiddet nasıl oluyor da bir kitle insan tarafından böyle acımasızca uygulanır hale geliyor? Yani filme konu olan olaylar üzerinden konuşmak gerekirse, Anne Gerturd Baniszewski'nin başlattığı fiziksel istismar nasıl oluyor da önce çocukları, sonra da çocuklarının mahalle arkadaşlarının bir eğlence aracına dönüşüyor? İnsanlar böylesine büyük bir moral erozyona nasıl uğrayabiliyorlar? Neden susuyorlar? "

Bu olayın bana ilk hatırlattığı, üniversite 1. sınıfta aldığımız Sosyal Psikoloji dersinde öğrendiğimiz bir psikolojik deney oldu. "Standford Hapishane Deneyi". Bu deney, 1971 yılında Philip Zimbardo önderliğinde bir grup araştırmacı önderliğinde gerçekleştiriliyor, 24 üniversite öğrencisi, mahkumlar ve gardiyanlar olmak üzere ikiye ayırılıyor ve Stanford Üniversitesi'nin alt katına geçici bir süreliğine kurulan sahte hapishaneye yerleştiriliyorlar. Başta bir oyun gibi gelen bu deney, ne yazık ki bir felaketle sonuçlanıyor. Gardiyanları canlandıranlar sadistçe hareketler sergilemeye ve mahkumlara zarar vermeye başlıyorlar. Bu nedenle mahkumları canlandıranların bir kısmı psikolojik travma geçiriyor.

Yeniden Baniszewski Cinayeti'ne geri dönecek olursak, Stanford Hapishane Deneyi, insanları sürü psikolojisi içerisinde nasıl kendileri olmaktan çıkarak bir vahşiye dönüşebileceklerini gayet net bir şekilde ortaya koyuyor. Gardiyan ve mahkum rollerini bilerek deneye başlayanlardan gardiyanların bir süre sonra birer sadiste dönüşmesi ne demekse, Baniszewski Cinayeti'ndeki bir grup gencin, oyun ile gerçeği ayırtetmeksizin birer katile dönüşmesi de aynı anlama tekabül ediyor.

Bir de olayın, fiziksel istismar boyutunda değerlendirilemeyen, moral değerler kısmı var ki o da kendi başına ayrı bir tez konusu. Aylarca komşularının bodrum katında işkence gördüğünü -hatta bu işkenceye kendi çocuklarının da müdahil oldukları böyle bir vahşete nasıl kayıtsız kalabildiklerine inanın benim aklım almıyor.

Yazılacak çok şey var ancak ben burada noktalayıp sizi ısrarla filmi izlemeye davet ediyorum. Vakit kaybetmeyin, izleyin. Tek pişmanlığınız, konusunu gerçek hayattan alan bu akıl almaz işkencelerin önüne geçecek gücü kendinizde bulamayışınız olacak buna eminim. Özellikle de gündemdeki Özgecan cinayeti hala sıcaklığını yitirmemişken.

Keyifli Seyirler.

Not: Aşağıda yer alan resimler Sylvia Marie Likens Cinayetine ait internette paylaşılan resimlerdir.


Baniszewski Cinayeti olarak bilinen cinayetin baş sorumlusu Gertrude Baniszewski ve kendisinin türlü işkencelerle ölmesine sebep olduğu 16 yaşındaki Sylvia Marie Likens.




Hamile olduğu halde hamileliğini ört bas edebilmek için Sylvia'nın kendisi hakkında hamilelik yalanı uydurduğunu iddia ederek annesi Gerturd Baniszewski'yi kışkırtan Paula Baniszewski.





Baniszewski Cinayeti ile ilgili yayınlanan bir gazete manşeti örneği.




İhbardan sonra Baniszewski'lerin evine gelen Indiana polisi,  Sylvia'nın yüzlerce kez darp edilmiş, çürümeye yüz tutmuş cesedini bulmuşlardı.




Sylvia'ya yönetilen hakaretler sadece sözel değildi. Öldüğünde vücudunda kızgın şişlerle kazınan "Ben bir fahişeyim ve bununla gurur duyuyorum" yazısı tespit edildi.



Baniszewski Cinayeti Davası kapsamında mahkemede duruşmaya katılan anne Betty ve baba Luster Likens.



3 yorum:

  1. az önce kardeşimle konuşuyorduk. eskiden hiç film izlemeyi seven biri değildim, ne kadar alıştım.son zamanlarda keylfle ve sık sık film izliyorum diyordum ki sayfanda karşılaştığım konu tam oldu.:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canım benim iyilik mi ettim kötülük mü ettim şimdi bilemedim ben :) Sen yine de izle bu filmi. Keyfini kaçırır belki ama yaşanmış böyle büyük bir hadisenin beyazperdeye uyarlanışı kaçırılmamalı :)

      Sil
  2. Off ya yazını dün okudum ve dünden beri o kızcağızı düşünüyorum Sanırım filmini izlemeye dayanamam. Yorumu bile sarstı beni.

    YanıtlaSil

Can-u gönülden yapılan birkaç satır kelamdır bu blog sahibesini sevindiren :)

BLOG DESIGN-Değmesin Yağlı Boya